Son zamanlarda ülkemizde adını sıkça duyuran sanatçı Ai Weiwei ve eserleriyle ilgili bilinmeyenler hâlâ kafaları kurcalıyor. 21. Yüzyıl sanatı oldukça kafa karıştırıcı olabiliyor, bunun sebebi de eserlerin niteliklerinin kimi zaman poetik, kimi zaman primitif ögelerle sembolik doneler içermesi oluyor genellikle.
Bir eseri tanımlayabilmemiz için, bir eserin sanatsal değerini tanımlayabilmemiz için sanatçıya ve sanatçının yetiştiği kültüre biraz hâkim olmak gerekir açıkçası. Çünkü sanatçının esinlenmeleri gözlerin ulaştığı yerlere dek uzansa da en çok etkiyi parmaklarının dokunabildiği noktalarda hissedebiliyoruz. Bir sanatçının kişiliğini ve sanat algısını belirleyen temel ögelerden biridir içinde büyüdüğü kültür. Bu nedenle bağlı olduğunuz kültürden kaçmak isterken bile beraberinizde götürürsünüz onu. İşte, aynı bu şekilde içinde büyüdüğü ve sanatçı kişiliğinin temelinde yer alan kültürü de bir rüzgarın yaprakları taşıdığı gibi ülkemize taşıyan Ai Weiwei’den bahsedeceğiz bugün biraz.
Sanatçının Sakıp Sabancı Müzesi’nde günümüzde hâlâ ziyarete açık olan sergisi aslında porselen çalışmalar üzerinde yoğunluk gösteriyor. Bu sergi de genel bağlamda sanatçının kendi kişiliği, az önce bahsettiğimiz gibi yaşadığı coğrafyanın kültürü ve modern zamanın eklektik ögeleri ile harmanladığı bir sürecin ürünü olarak ele alınabilir aslında.
Peki Ai Weiwei’nin günümüz sanat dünyasındaki yeri bundan mı ibaret?
Tabii ki hayır. Sanatçı, eserlerinin temalarını hem geleneksel Çin el sanatları hem de 21. Yüzyıl sanatı estetik algısı ve felsefesi bağlamında ortak bir noktada birleştirerek işlemiş aslında.
Ai Weiwei’nin eserlerinde dikkatimi çeken bir şey vardı benim. Sanatçı eserlerinin çoğunu bir bütünün parçası olacak küçük ögelerden oluşacak şekilde tasarlamış aslında. Küçük parçaların kimi zaman simetri değerleri içerisinde kimi zaman da oldukça karmaşık kompozisyonlarda ama her zaman bir bütünü sağlayacak bir formda olması dikkat çekici olabilir. Sakıp Sabancı Müzesi’nin tanıtım broşüründe belirtilen “Ai Weiwei, replika çalışmalarında sahicilik kavramını sorgulayarak, özgün obje ile kopyası arasındaki farkı çürütüyor” ifadesi oldukça ilgi çekicidir çünkü şimdiye dek sanatın bir ‘taklit’ olup olmadığı ya da özgünlüğü ile ilgili sorunlar her zaman sanat felsefesinin bir konusu olarak sanat dünyasını düşünmeye itmiştir. Bu duruma da eleştirel bir bakış açısıyla cevap veriyor sanatçı Ai Weiwei.
‘Sanatın canlılığı’ diye bir terimden hep söz edilse de bu terim her zaman yanlış yerlere çekilir bana kalırsa. Sanatın canlılığı, gezegen üzerindeki tüm coğrafyalardaki aktif sanat etkinliklerini tanımlamamalı bence. Sanatın canlılığı nasıldır, nasıl sağlanır çok detaya inmeyeceğim fakat üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen farklı coğrafyalardaki sanatçıların bugüne dek üretimde bulunduğu sanat eserleri arasındaki etkileşim kimi zaman gözle görülebilir derecede güçlü olabiliyor. Ai Weiwei’nin porselen eserlerine dikkatinizi çekmek istiyorum, dünya sanat tarihinin etkileri kimi noktalarda oldukça belirgin görülebiliyor. Eserlerinde Yunan amforalarından ve Mısır dünyasının sanat formlarından aldığı ilham sezilebiliyor.
‘Ayçekirdekleri’ adındaki en çok tanınan eserinin çeşitli sembolik anlamları olduğu savunulur. Bu sembolik anlamların; dünya sanatında büyük yer kaplayan Vincent Van Gogh’un ‘Ayçiçekleri’ adlı eserine olan göndermelerden tutun da, yüzünü her fırsatta güneşe dönen ayçiçeklerinin halkı tanımladığı ve güneşin de Mao’yu simgelediğine dair çeşitlendirilmesi mümkün.
Ayçekirdekleri eserine dair detayları ‘En fakir zamanlarımızda, en kısıtlı bölgelerde yaşarken hep ayçekirdeklerini paylaşırdık. Herkes bu paylaşımın bir parçasıydı. Her düğünde, her komünist kutlamada masada ayçekirdekleri olur, başka bir şey bulunmazdı. Bu yüzden çok rastlanan bir nesne. Aynı zamanda çoğunluğu ev kadını olan 1600 kişi bir taraftan yemek yaparken, çocuklarına bakarken bu çekirdekleri ürettiler. Tüm kasaba yıllar boyu beraber çalışarak yüz milyondan fazla ayçekirdeği üretti.’ Şeklinde ifade ediyor. Yani aslında sanatçının kültüründe de ayçekirdeğinin bir birleştirici, toplayıcı görevi ile karşılaşıyoruz. İnsanların kimliklerinin, ideolojilerinin ya da yaşam tarzlarının arasındaki fark gözetilmeksizin bu insanları bir araya toplayan bir unsur olarak sanatçı ayçekirdeklerini bir eser haline dönüştürme kararı almış. ‘İnsan’ olmanın en çok hissedildiği ortamlarda her coğrafyadan, her kişilikten ve her kültürden insanları bir araya getiren ayçekirdeği unsuru, müzede de bir sanat eseri olarak bu görevini başarıyla tamamlıyor. Beş ton ağırlığına denk gelen ‘Ayçekirdekleri’ adlı eser, bir bütün içinde karmaşık da olsa birbirini tamamlayan parçaları anımsatıyor. Aynı durumun etkilerini Weiwei’nin Legolar ile gerçekleştirdiği eserlerde de izlenebilir.
Ai Weiwei’nin ‘Ben yapılmayanın peşindeyim’ ifadesi onun sanatsal ideolojisini ortaya koyuyor ve eserlerine de bu durumun yansıdığını söyleyebiliriz. Ayrıca rastgele, çoğunlukla göz ardı edilen ve kimsenin umrunda olmayan varlıkları sanatının bir parçası haline getirmesi ile bir noktada dünya üzerindeki her şeyin, sanatın konusu olabileceğinin de mesajını veriyor sanatçı.
Ayçekirdekleri, 28 Ocak 2018’e kadar sizleri Sakıp Sabancı Müzesi’nde ‘Bir’ olmaya davet ediyor.