112 yıl önce bugün ilk Nobel ödülleri dağıtılırken, ABD’li yazar William Faulkner (1897- 1962), henüz dört yaşındaydı. Büyük olasılıkla ne o edebiyat dalında bu ödülden alacağını hayal edecek kadar büyümüştü, ne de o zamanlar Nobel Edebiyat Ödülü yazarların hayalini bugünkü kadar süslüyordu. Yıllar sonra yaptığı ödül kabul konuşmasında ise Nobel almayı kafasına koymuş genç kadın ve adamlara seslenecek, “İyi bir yazı yazmak için gereken tek şey kalptir” diyecekti.

Bu ödül bana emanet edildi

 

 

Bayanlar ve baylar,

Bu ödülün şahsıma değil, çalışmalarıma verildiğini düşünüyorum – ızdırap ve terle yoğrulmuş gayesi, zafer kazanmak, hele ki kâr etmek asla olmayan; tek gayesi, insan ruhunun daha önce yaratmadığı metinler yaratmak olan çalışmalarıma. Aslında bu ödül bana emanet edildi. Ödülle beraber gelen parayı amacına ve anlamına uygun şekilde bağışlayacak bir yer bulmak zor olmayacaktır. Ancak ödülün getirdiği şanı da aynı şekilde kullanmak ve bulunduğum bu yeri zirve kabul eden, varlığını benimki gibi bir çalışma hırsına adayan genç kadın ve adamlara seslenmek istiyorum, ki aralarından bazıları günün birinde şu an durduğum yerde duracaktır…

Bugün yaşamakta olduğumuz trajedinin kaynağı öylesine yaygın ve evrensel bir can korkusu ki uzun zamandır bu trajediye maruz kaldığımızdan ona tahammül etmeyi de öğrendik. Ruhsal konuları artık problem etmiyoruz. Çünkü artık tek bir soru var: Beni ne zaman havaya uçururlar? Bu yüzdendir ki bugün yazı yazan genç kadın ve adamlar, insan kalbinin kendiyle çelişmesinden doğan sorunları unuttular. Halbuki iyi bir yazı ortaya çıkarmak için gereken bir tek odur. Bir tek onu yazarken çekilen acıya ve dökülen tere değer.

Yazar bunları tekrar öğrenmeli. Her şeyin korkmakla başladığını öğrenmeli. Çalışma odasında sadece kalbin eski doğrularına, geçici ve ölüme terk edilmiş hikayelerin mahrum bırakıldığı evrensel gerçeklere, sevgiye, onura, acıma duygusuna, gurura, şefkate ve fedakarlığa yer verip, bunları sonsuza dek unutmamalıdır. Bunları öğrenene kadar bir lanetin gölgesinde çalışacaktır. Aşktan değil de ihtirastan bahsedecektir; kimseye değerinden bir şey kaybettirmeyen yenilgilerden, umut ışığı yakmayan zaferlerden bahsedecektir. En kötüsü de tüm bunları acımasız ve şefkatsiz bir üslupla anlatacaktır. Onun acıları evrensel olanın kemiğinde yara izi bırakmaz. O, kalpten değil, salgı bezlerinden yazar.

Bütün bunları yeniden öğrenene kadar insanoğlunun sonunu izliyormuş gibi yazacaktır. Ben, insanoğlunun sonunu kabul etmeyi reddettim. İnsanın ölümsüzlüğünün dayanma gücünden geldiğini söylemek kolay. Kıyamet habercisi son çan da çalınca ve çanın sesi, sönmekte olan o son kızıl akşamda, asılı kalmış son değersiz kayanın yüzeyinden de silinince, işte o anda bile geriye son bir ses kalacak: Onun cılız ve yorulmaz sesi; konuşmaya devam ediyor…

Ben bunu kabul etmeyi reddediyorum. Ben insanoğlunun sadece dayanacağına değil, güçleneceğine inanıyorum. Bütün yaratıklar arasında sadece onun, ama yorulmaz bir sesi olduğu için değil, bir ruhu – şefkat, fedakarlık ve dayanma gücü yüklü bir ruhu- olduğu için ölümsüzlüğü yakaladığına inanıyorum. Şairin ve yazarın görevi işte bunlar hakkında yazmaktır. İçini rahatlatarak insanın dayanma gücünü artırmak ve geçmişteki zaferlerin kaynağı olan cesareti, onuru, umudu, gururu, şefkati, acımayı ve fedakarlığı hatırlatmak onun ayrıcalığıdır. Şairin sesi yalnızca insanoğluna ait kayıtlar değildir, aynı zamanda onun dayanmasına ve güçlenmesine yardım eden destek noktasıdır, temeldir.

1949’da edebiyat dalında Nobel Ödülü verilmiyordu. Komite bu ödülü 12 ay gecikmeyle Faulkner’e takdim etti ve yazar kabul konuşmasını 10 Aralık 1950’de, Bertrand Russell’a ödül verilen törende yaptı.

 

Kaynak: Sabitfikir

Çeviren: Nilhan Kalkan

Bunları da Sevebilirsiniz

22 Mayıs 1808’de Paris’te doğdu Fransız yazar Gérard de Nerval ve 26 Ocak 1855’te aynı kentte öldü. Asıl adı Gerard de Labrunie’dir.   Henüz iki yaşındayken annesini kaybetti, babası da orduda görevli olduğu için Nerval, büyükbabasının yanında büyüdü. Yaşadığı hayat ve dönemin koşulları onu çocuk yaşta yetişkin kıldı, 12 yaşında Paris’e gitti ve orada şair Theophile Gautier ile tanıştı. Şiir yazmaya çok çok erken başlayan Nerval, bu dönemde, henüz 14 yaşındayken “Çocukluk” (L’enfance) başlıklı bir şiir kaleme alarak …

Share

Edebiyat dünyasının gençlere olan düşkünlüğü karşısında kendime genellikle Gabriel García Márquez’in de 40 yaşına kadar ünlü olmadığını hatırlatırım. Bu da onun dördüncü kitabı olan Yüzyıllık Yalnızlık’ın yayımladığı zamana denk gelir. Elbette şimdi artık büyük bir üne sahip, hikâye anlatıcılığı yeteneği ve fantastik hayal gücüyle çok seviliyor. Kendisi hikâye anlatmakta usta olduğu kadar aynı zamanda disiplin …

Share

Sabahın ilk ışıkları yüzüne vurduğunda huzursuz bir rüyanın pençelerindeydi. Sanki çok güçlü bir ses ona seslenmiş gibi aniden gözlerini açtı ve üç saniye boyunca vermeyi unuttuğu nefesi havaya teslim etti. Hızlıca yastığının altındaki telefonunu aldı ve saate baktı. Uyanması gereken saate daha vardı. Bunun verdiği rahatlamayla telefonunu yastığının kenarına koydu ve gözlerini sıkıca kapayarak ne gördüğünü hatırlamaya çalıştı. Rüya, ruhunda gecenin ağzında bıraktığı gibi …

Share
Önceki / Previous BASİT / SIMPLE / SÅ ENKELT
Sonraki / Next What Is Ilkyaz?