Bu bölümde size dünya ve Türkiye edebiyatına damgasını vurmuş yazar ve şairlerin ilk yazılarından ve gençlik eserlerinden örnekler vereceğiz.
İlk konuğumuz, 20. yüzyılın en önemli kalemlerinden biri kabul edilen, Nobel ödüllü Alman yazarı Hermann Hesse…
1877’de doğan Hesse’nin ilk şiiri “Madonna”, 19 yaşındayken yayınlandı. 21 yaşında ilk şiir kitabı “Romantic Songs” çıktı, ama ilgi görmedi; tıpkı 23 yaşında yayımlanan ilk romanı gibi…
Hesse, 1916’da yazdığı “Schön ist die Jugend” (“Gençlik Güzel Şey”) adlı öyküde, yetişkinlik dönemine giren bir adamın, gençliğinin geçtiği taşraya dönüşünü anlatır.
Hesse’nin ilk dönem öykülerinin yer aldığı “Gençlik Güzel Şey”den seçtiğimiz bir bölümü, Behçet Necatigil’in olağanüstü tercümesiyle yayınlıyoruz:
“Bir sabah evimizden çıktım. Cebimde bir kitap, bir parça ekmek, eğlencelerime gidiyordum. Haylazlık zamanlarımdaki alışkanlıkla, önce evin arkasına, henüz gölgelik olan bahçeye koştum. Babamın diktiği, benim daha incecik bir çocukken bildiğim yüksek, iri köknerların altında, açık kestane rengi iğneyapraklar küme küme birikmişti; orada yıllardır cezayirmenekşelerinden başka bir şey bitmiyordu. Yan tarafta ise, uzun, dar bir tarhın içinde annemin çiçekleri zengin, iç açan renklerle ışıldar, her Pazar onlardan büyük demetler derlenirdi. Orada zincifre kırmızısı küçük çiçekleri top top bir bitki vardı ki adı ‘yakan sevda’ydı; bir köksapın ince sürgünlerinden sarkan, yürek biçimli kırmızı beyaz çiçeklere ‘hanım kalbi’ denirdi; dalları hemen hemen kökten başlayan bir başkasına ‘kokan kibir’. Bunların hemen yanında uzun saplı yıldızçiçekleri vardı, ama daha çiçek açmamışlardı. Aralarında, yumuşak sapları yerde sürünen, yaprakları etli saksıgüzelleriyle pek maskara ipekçiçekleri görünüyordu. Biz bu uzun, ensiz çiçek tarhını çok severdik, düşlerimizin bahçesiydi o. Çünkü bu tarhtaki o yan yana, çeşit çeşit ve tuhaf çiçekler bizce öbür iki yuvarlak tarhtaki güllerden daha başka, daha sevimliydi. Güneş var da sarmaşıklı duvarda parlıyorsa, her çiçek kendi özelliğine, kendi güzelliğine bürünür, glayöller keskin renklerle cilalanmış gibi ışıldar, helyotroplar büyülenmiş gibi yaslı, üzgün kokularına gömülür, horozibikleri sessiz solgun sarkar, hasekiküpeleri ise sanki ayak parmaklarına basıp doğrularak kıvrım kıvrım güneş çıngıraklarını çıngırdatırdı. Altınçiçeklerinde, mavi alevçiçeklerinde arılar vızıldaşır, kalın sarmaşıklar üzerinde küçük esmer örümcekler hızla inip çıkarlardı; şebboyların üzerinde havada, “güvercin” ya da “aşık” denen aceleci, havai kelebekler tombul gövdeleri, cama benzer kanatlarıyla titreşirlerdi.
Tatil günlerimin rahatlığı içinde bir çiçekten ötekine gidiyor, mis gibi sayvanların bir birini bir ötekini kokluyor ya da özenli parmaklarla bir çiçeğin çanağını aralayıp içine bakıyor, sırlı soluk renkli derinliklerini, damarlarıyla dişiorganlarındaki o sessiz düzeni, yumuşak liflerini, kristalimsi oyuklarını seyrediyordum. Bir yandan da sabahın, çizgi çizgi, iplik iplik buğular ve yün topakları gibi küçük bulut öbekleriyle dolu kapanık göğüne bakıyordum. Bugün yine besbelli bir fırtına var gibime geliyordu, bense öğleden sonra birkaç saat balık avlamayı düşünüyordum. Solucan bulurum ümidiyle harıl harıl yol kenarlarındaki birkaç taşı yerinden oynattım, ama altlarından gri, kuru bir sürü tespihböceği çıkıp ürkmüş halde sağa sola kaçıştılar.”
“Gençlik Güzel Şey”, Herman Hesse, Can Yayınevi, 2012.