“…
Oturmuş iri yapılı adamlar esrar çekiyorlar
Daha bir aydınlık olsun diye içtikleri su
Sarı toprakdan testileri güneşte pişiriyorlar.”
Turgut Uyar / Kan Uyku
Bir dokuzlu, evet bir dokuzluya her şey… kalbim göğüs kafesimi, hücresinin kapısını yumruklayıp gardiyana sesini duyurmaya çalışan mahkûmun telaşıyla dövüyordu, karnım kasılırken belime dokunma gayretindeydi. Göz bebeklerimdeki değişiklik belli olmasın diye başımı hafifçe öne eğmiş kartlara bakıyordum. Aklımda ise kaybetme ihtimaline karşı kendimi kontrol altına alabilmek için kullandığım aynı telkin cümlesi vardı; “dünyanın sonu değil” içimden bir kez daha tekrar ettim; “dünyanın sonu değil”. Aslında dünyanın sonuydu. Her yaptığımız yeni başlangıcı yaratan, kendimize verdiğimiz o büyük sözlere vesile olan sonlardan…
İnsan vücudunda bu ve benzeri değişiklikleri meydana getiren şeyin hormon olduğu söylenir; adrenalin. Kumar bağımlılığını açıklamakta da aynı anahtar kelime kullanılır. Ama ben buna katılmıyorum. Elimde ispatlanması güç, sübjektif gerekçeler var. Tüplü dalış yada yamaç paraşütünü denediyseniz adrenalinin nasıl keyif veren bir hormon olduğunu bilirsiniz. Bu keyifler gerçek olarak addettiğimiz dünyaya aittir. Binaenaleyh oyunun kendi dünyası vardır. İnsan gerçek olarak nitelenen dış dünyaya yabancıdır. Bu yabancılığı masada -parası olduğu sürece- yeniden ve yeniden başlayan varlık-yokluk savaşı içinde bulur. “Bu kadar keyif aldığın başka ne var?” diye sorarsanız. Verecek pek bir cevabım yok. Ama beklenirken gelen bir kâğıdın cennetin anahtarı olduğunu söyleyebilirim.
Çolak İbrahim; adıyla muteber, tek kolu protez, tıknaz yurdum insanıdır. Kahvesi ise ara sokakta izbe bir mekandır. İçerdeki dört oyun masası, girildiğinde sol duvara yakın dizilmiş; sağ tarafta ise yalnızca çay ocağı ve arka masalara ulaşmak için kullanılan yol mevcuttur. Büyük oyunların oynandığı masa genelde en dipte yer alan, diğer müşteriler tarafından rahatsız edilmesi istenmeyen masadır. Sabah yada akşam farketmez her girildiğinde oyuncuların kafasının bir metre üstündeki duman bulutu kapının açılmasıyla özgürlüğüne kavuşur. Şimdiye kadar birçok kumarhane ve parasına oyun oynanan birçok kahvehane gördüm ama burası farklı… Burası içinizdeki kazanma hırsını törpüleyen bir yer. Buradaki insanların yüzlerindeki kıvrımlar dahi hayatta kaybetmiş olduklarının kanıtı niteliğinde. O akşam ki oyuncularda sayısı yirmiyi geçmeyen müdavimin beşinden ve benden ibaretti.
Mesela Esmer Kaya, masanın hep aynı yerinde oturur; sol duvara arkası dönük, kafasını çevirdiğinde bütün mekanı görebilecek şekilde. (Bu yeri her seferinde nasıl denk getirebildiğini aklım bir türlü almıyor). Saat kaç olursa olsun Kaya’nın yeri sabittir. Bazen buraya akşamdan gelip oturduğunu düşünürüm. Başındaki şapkası ve esmer teniyle kendisini hintlilere benzetirsiniz. Aslında yanıldığınız da söylenemez, mesleğini icra ederken rahatlıkla etnik kökeninin farkına varacağınız biridir, çingenedir. Eli iyi geldiğinde ağzı açılır ve dişlerini görürsünüz. Daha doğrusu göze çarpan, olmayan dişleridir. Kaya’nın azı dişlerinin tamamı yoktur. Kendisi klarnet çalar ve düğünlerden kazandığı parayla kumara oturur. Kimseye güvenmez, oyun için sinirlendiğinde dahi sesini yükselttiğine hiç şahit olmazsınız. En sinir bozucu durumları yalnızca homurtuyla karşılar. Yüklü para kazanana yada elindeki paranın tamamını kaybedene kadar oynar. Kazandığında bir süre oyunlarda göremezsiniz onu, parasının tamamını şaraba yatırır, para bitene kadar içip oyun oynamaz.
Onun hemen solunda o akşam benzine yapılan zamma küfür eden, astsubay emeklisi Davut vardı.
İsmine yakışan davudi sesi her seferinde diğer oyuncular ve ganyetocunun üzerinde tahakküm kurar. Tevekkeli değil herkes kendisine komutan diye hitap eder. Kurtulamadığı meslek hastalığı, herkese talimat vermesidir Tanımadığı insanlarla oyun oynamaktan genelde kaçınır. Oyun oynamadığı zamanlarda karısından şikayet eder. Ramazan ayında oruç tutmamasına rağmen kendisini sahur vaktine kadar kumar oynanan kahvelerde bulabilirsiniz. Eli iyi olduğunda kafasını öne doğru uzatıp sağ elinin işaret parmağıyla gözlüğünü yukarı bastırır. O an kazanıyor mu yoksa kayıp mı ediyor çalan telefona verdiği tepkiden anlayabilirsiniz. Arayan genelde karısıdır ve yemeğe çağrılmaktadır. Kazanıyorsa ağzından çıkanlar şaşmaz “yok karıcım ben yemeyeceğim siz yiyin, gelirken birşey getireyim mi?”. Kaybediyorsa “yok yiyin siz, kaçta geleceksem gelecem kadın alla allaaa”
Televizyonda Cizre’deki operasyonlarla ilgili habere kulak kabartan Keko Ferhat’tı, inşaat taşeronudur. Hısım akrabasını çalıştırır. Yanında çalışan sıvacılardan tek farkı bu şehre onlardan önce gelmiş olmasıdır. Lakabından anlaşılacağı gibi Ferhat kürttür. Şehre geldiğinde tutanabilmek için herkesten çok çalışmasından mütevellit bel fıtığından mustariptir. Hastanede fıtık teşhisi konulduğundan beri ameliyat masasına yatmamak için gidip görünmediği devacı kalmamıştır. Bu vesileyle, ne makatına sokulan parmağın ne de gerildiği ağacın haddi hesabı yoktur. Hatta anlattığına göre, bir keresinde çıkıkçı biraz ileri gitmiş Ferhat’ın belden aşağısı bir hafta tutmamıştır. Buna rağmen o yine de alternatif tıptan ! ümidini kesmemiştir. Marazından sebeptir ki sandalyeye ters oturur. Eli iyi geldiğinde ağzından fısıltıyla “cık cık” sesi dökülür.
Kahvenin ön masalarından yeni yetmelerden biri Ferhat’a sataştı.
-Lan keko seninkilerin kökünü kurutacak devlet.
Kahvede tek tük kahkahalar yükselirken Keko kolunu laf atana doğru uzattı :
-Ulan bir bok bildiğiniz yok habire konuşuyorsunuz…
Bu esnada Çolak kartları masaya getirip bıraktı. Gerginlik çıkacağını hissedip, tartışma başlamadan konuyu bu hareketiyle kapatamak istedi. Çolak hiçbir konuda yorum yapmazdı. Ne Türklük’ten ne dinden bahsederdi. Onun dini imanı paraydı. Müşteri de her zaman müşteriydi (Yeter ki oyun oynayıp kahveye para bıraksın). İstediği de oldu. Önüne bırakılan kartları eline alan Keko bir süre dalgın dalgın kartlara baktı. Sonra kafasını iki yana sallayıp kartları eline aldı ve karıştırmaya başladı.
Kahveye takım elbiseli, sinek kaydı tıraşlı iri yapılı biri girdi. Girer girmez de ağzından “beyler herkes kimliklerini masanın üzerine bıraksın” sesi duyuldu. Tahmin edileceği üzere içeri giren kişi polis değildi. Kahvenin acemileri ne olup bittiğini anlayana kadar oturduğumuz masadan bir kahkaha yükseldi. Gelen kişi Paşa Murat’tı.
Paşa Murat belediyede çalışır. Şehrin takımının eski amigosudur. Takım kötü giderken belediye başkanına edilen küfürleri engelleyerek belediyedeki kadroya kapılanmıştır. Murat babasız büyümüştür, Annesiyle iki göz odadan ibaret konduda yaşar. Eline iyi kağıt geldiğinde dizini sıvazlar. Genelde yüksek paralar söz konusu olduğunda oyuna dahil olmaz. Kazandığı parayı -ki nadiren kazanır- fahişelere harcar. Bu şehrin “malukyan”ı sayılan Emine’nin has müşterisidir. Eline geçen her parayı Emine’nin randevu evinde yediğinden, kadın onu, annesinden fazla sever.
Kahveye girerken ki ses tonuyla devam etti Paşa;
-Ulan bu belediye başkanına kim oy verirse onun ben gelmişini geçmişini sikeyim.
Çolak lafa karıştı;
-Paşa yine cinlendirmişler seni…
-Senin işin tıkır Çolak efendi ha babam indir, ha babam indir. Biz iki aydır maaş alamıyoruz. Ulan adama dedim ki beni mezarlıklar bölümünden al. “Tamam Paşa” dedi. Üç aydır mevzusu edilmiyor.
Dağıtıcıyı belirlemek için kağıtlar masanın üzerine yayılmış herkesin bir kağıt çekmesi bekleniyordu. Bu esnada televizyon açıktı. Haberlerde tecavüze uğramış 12 yaşlarında kız çocuğundan bahsediliyordu.
-Asacaksın lan bu pezevenkleri. Dedi Yalçın. Ve ekledi.
-İdam gelsin anasını satayım bu nedir böyle…
Paşa söze karıştı:
-Çeksene ulan kartı seni mi bekleyeceğiz.
Davut ise İbrahim’e dönerek şöyle dedi;
-Kapat lan sen de şu televizyonu sikecem baş tahtanı…
Yalçın’ın o yaşlarda kızı vardır. Yarıda kalan öfkesiyle karta uzandı ve bir kart çekti.
Şoför Yalçın, Çolak’ın sevmediği müşterilerindendir. Ne zaman kahveye girse İbrahim’in yüzü buruşur gözleri seyirmeye başlar. Yalçın’ın kartları kötü geldiğinde elleri titrer dolayısıyla vücudu kumar oynamaya pek elverişli değildir. Ve masadaki herkes bilir ki kaybedeceğinden çok daha az parayla masaya oturmaktadır. Yalçın’a duyulan bu antipatinin altında yatan sebep de budur. Çünkü her serferinde oyunda biraz daha kalabilmek için Çolak’tan yalvar yakar para ister. Kendini acındırmakta onun üstüne kimse yoktur. İşin doğrusu gerçekten de acınacak durumda bir oyuncudur. Bir gün kızının okul harcını kaybetmiştir, başka birgün kayınpederine ziyarete gitmek için ayırdığı parayı… Her kaybettiğinde masadakilere ne parası olduğuna dair anlattığı detaylar , masadakiler tarafından beddua olarak algılanır. Yine de bu masada herkese yer vardır. Çünkü bu masanın çevresinde oturan herkes bağımlıdır ve zaten hayatta en az bir defa muhakkak kaybetmiştir.
Her şeyi hesaba katmalıydı… Keko ilk kağıtları görür görmez pas demişti. Paşa ise Yalçın’ın potu yükseltmesi karşısında oyundan çekilmişti. Yalçın’ın potu yükseltirken beklentisi herkesin çekilmesiydi ama öyle olmadı. Bunun ardından Yalçın’ın elleri titremeye başladı. Davut’un kapalı kartını tahmin etmek zor değildi. Açık kartı beşli görünür görünmez masaya abandı ve gözlüğünü düzeltti. Kestiremediğim yalnızca Kaya’nın eliydi ama açık kızının yanında kapalı bir kız olsaydı kesinlikle dişsiz ağzını gösterirdi. Elimde biri açık biri kapalı iki dokuzlu vardı. Bu elle Kaya’nın elini geçiyordum. Beşli peri olan Davut’u ise hayli hayli. Oyunda ben, Davut ve Yalçın ve Kaya kalmıştık.
Üçüncü kartlar dağıtıldığında Yalçın’a ve bana birer vale geldi. Davut’a kız, Kaya’ya ise Papaz. Hala en yüksek el benimkiydi. Diğer oyuncuların oyundan çekilmesini sağlamalıydım. Uzun süredir çalışmıyordum ve masaya, kirayı yatırmam gereken parayla oturmuştum. Paranın yarısını gözüm kapalı ortaya sürdüm. Yalçın biraz bekleyip beni süzmek istediyse de Paşa’nın “manyel yapma lan” uyarısıyla kendine geldi ve pas dedi. Davut’un ağzından hiçbir kelime çıkmadı. Açık kartlarını kapatıp düzenledi ve dağıttığı kartların altına koydu. Dördüncü kartlar dağıtılırken oyunda Kaya ile ben kalmıştık.
Son kartlar dağıtıldığında gelen asın ardından Kaya’nın dudaklarının yavaşça açıldığını farkettim. Kapalı kartı kesinlikle astı. Ayaklarımı sandalyenin ön ayaklarına kilitlemiş, Davut’un elinden çıkarken oyunun ve benim ev kiramın yarısının kaderini belirleyecek kartı bekliyordum. Bir dokuzlu… evet bir kere de bana gülmeliydi şans… Gelen kağıt kendini dokuzlu gibi gösteren bir altılı. Bunun için bile dağıtana müteşekkir olmalı insan. Genelde bu durumlarda konuyla ilgisi olmayan yedili gelir. Yedili, yüzünde acıyan gülümsemeyle her şeye son noktayı -tanrı gibi- koyar. Dili olsa kesinlikle ağzından şu cümle dökülür; “bak arkadaşım yine ben, asal sayılardan en gıcığı. Sana bu dünyada şans diye bir şeyin olmadığını öğretmeye geldim”. Altılı ise bütün ironik yanına rağmen yüzündeki sıkıntı ile şunu söylüyordu; “son paranı ortaya sürmeden önce iyi düşün, diğer ellerde kazanabilirsin”. Düşünmek için saniyenin onda biri kadar süre vardı. Zafiyet gösterirsem istediğim kartın gelmediği anlaşılacaktı. Onun için zafiyet göstermek yerine oyunu kaybetmeyi tercih ettim.
Kazanmakla kaybetmek arasındaki ilişki ölümle yaşam arasındaki ilişkidir. Kaybetmek, ölüme yakın seyretmektir. Ölmediyseniz, ölümü yenmektir. Daha doğrusu ölümün rahatlığına uzanıp yaşamı seyretmektir. Bu rahatlama vücut dilinize ister istemez yansır. Bunu kullanarak rest dedim ve arkama yaslandım. Yalnız bir terslik vardı. Kaya resti değerlendirmek için süre istedi. Kesinlikle kapalı kartının as olduğundan artık emindim. Çünkü suratına baktığımdan bademciklerini dahi görebiliyordum. O benim açık kartlarıma bakıp ihtimalleri değerlendirirken ben ise arkama yaslanmış bir önceki elde kiranın yarısını kaybettiğimi “diğer yarısının ise artık önemli olmadığı” gibi gerekçelerle kendimi hazin sona hazırlamaya uğraşıyordum.
Ve nihayet Kaya, “gördüm” dedi. Bu hissi nasıl anlatabilir ki insan ? Zevk alarak çok para kazandığınız bir işiniz olduğunu düşünün, özenle kurulmuş eviniz, son model lüks arabanız, zeki ve güzel bir eşiniz vardır, fırsat buldukça yurtdışı gezilerine de gidiyorsunuzdur. Peki bir sabah kalkıp hepsinin rüya olduğuyla yüzleşirseniz? Yalnız başınıza, tek kişilik yatakta köhne bir evde beş parasız uyansaydınız nasıl hissederdiniz?
“Beyler, benden bu kadar” dedim masanın kenarına koyduğum iki elimi yavaşça bacaklarıma doğru kaydırırken. Çolak gelip sırtıma elini koydu. Oturduğum sandalyeye asılı olan montumu yavaşça giydim. “Herkese bol şans” dileyerek çıkıyordum. Küçük oyunlar oynanan diğer masadakilerin “ya işte adamı böyle yaparlar” diyen bakışlarını üzerimde hissederek kapıyı açtım ve dışarı çıktım.
Dışarıda rüzgarla birlikte kuvvetli sağanak vardı. Kaşe montum ıslanmıştı. Eve vardığımda kururken üzerine sinen sigara koskusunu da buharlaştıracak ve bütün odayı küf kokusu kaplayacaktı. Şimdilik bunun üzerine kafa yormam için erkendi. Peki ya kaybettiğim para? Onun için ise çok geçti. O an yapılacak en iyi şey kumar oynamayı bırakmak için kendime söz vermek olacaktı. “Her zaman kahveci kazanır” şiarını düstur edinmenin vakti gelmişti. Ama artık kağıt oynamayı ve sigarayı bırakmaktan yorulmuştum. Kahveden cebimde taksi parası dahi olmadan ayrıldığım kim bilir kaçıncı gündü. Kazandığımda günlerde de değişen birşey olmuyordu. Kazandığım parayı en geç iki gün içinde başka bir masada yada eşe dosta içki ısmarlayarak tüketiyordum. Artık bağımlı olduğumu kabul etmeli ve hayatta kendimi ona göre konumlandırmalıydım. Bir yığın soru aklımı meşgul ediyordu. Bağımlılık ! ne sihirli bir kelime…
Bağımlı olduğumu kabul ediyordum etmesine ama herkes biraz bağımlı değil miydi? Yaşamayı seçtiğimizde zaten keybetmiş olmuyor muyduk ? Paradan ve diğerlerinden fazlasına sahip olmaktan ibaret dünyasında insan bağımlı değil miydi mesela ? Her gün aynı işe gidenler, aynı haberleri dinleyenler, aynı çarkın dişlisi olarak yaşayanlar ve ölenler de bağımlı değil miydiler? Çolak’ın kahvesi gerçek değil miydi ? Her türden her kökenden onlarca gerçek insan yok muydu orda ? Başlı başına gerçek bir dünya değil miydi ? vb.. sorulara cevap ararken eve varmıştım.
Kağıt oyunlarından ve sigaradan uzak bir hafta geçirdim. Nasıl mı hissetim? İnsansız, hayvansız, bitkisiz kısacası belleğim dışında hiçbir yaşam emaresi göstermeyen İç Anadolu bozkırında yürümek gibi bir hafta…
Şimdi ne mi yapıyorum? “Daktilosuyla bir turist” olmayı bir kenara bırakıp dünyama geri dönüyorum. Ve bir tek soruya cevap arıyorum; Oyunda olmak mıdır yaşamak yoksa oyunu yazmak mı?
An excerpt from Turkish poet Turgut Uyar’s poem, Kan ve Uyku (Blood and Sleep)
A nine card, my kingdom for a nine card! My heart was pounding in my chest like a prisoner trying to bang on his cell door in a hurry to make himself heard to the prison guard, my tummy was tightening, as if it was putting much effort to touch my back. I lowered my head slightly to hide the change in my pupils and proceeded to check my cards. In my mind, I had this sentence of assurance on the off chance that if I lost the hand; “It’s not the end of the world”. But it was actually; the end of the world. It was one of those ends that make us utter big fancy words of self-promises that we also use to create all our refreshing beginnings.
It is said that the hormones; namely adrenalin, are responsible for these kind of changes in the human body. The same keywords are used to describe gambling addiction. However, I do not agree with this. I have subjective yet difficult to prove reasons. If you have ever tried scuba diving or parachuting, you have probably already known how enjoyable adrenalin is. These pleasures belong to what we label as the real world. Hence the game has its own world. Us human beings are all strangers to what is described as the real world and bump into this estrangement in a constant battle between wealth and poverty at the gambling table as long as there is enough money to play. If you ask me what else gives me such pleasure, I could not give you a proper answer. However, I could tell you that the key to heaven is receiving the play card you are expecting.
İbrahim the maimed, worthy of his own name, is a slightly chubby man and has one prosthetic arm. His coffee shop is located on a small isolated street. The four card tables are situated towards the left wall near the entrance. The right side of the shop consists solely of the kitchen and paths to the tables near the far end of the shop. The tables where the big dogs play are also near the end of the shop. These tables are the kind that other customers tend to avoid. The incessant smoke that lingers a meter above the customers finds freedom when the door opens. I have seen many casinos and gambling houses, but this place is different…This place seems to reduce ones will to win. You can even tell that the people here have already lost in life by the wrinkles on their faces. That night the players consisted of 5 regulars and me.
For instance, Dusky Kaya has a regular seat at the table; to see the whole place comfortably, he sits turning his back to the left wall (how he manages to take the same seat each time is beyond me). Regardless of the time, Kaya’s place is constant at the table. Sometimes I wonder if he comes here at night and waits till the morning. Looking at his hat and skin, one would mistake him for an Indian. And that is partially true. If you watch him working, it’s easy to tell his ethnic identity, he is a gypsy. When he had a nice hand, his mouth would open wide, and you would notice his teeth. What strikes you would be his toothlesness. He missed his whole set of back teeth. He plays his clarinet at weddings and with his gains, he sits at gambling table. He trusts no one and even at times where he had bad luck, you wouldn’t hear his noise. The only thing you would hear from him, even during the worst of times would be a silent grunt. He would either gamble until he lost all his money or till gained loads of money. When he won, he wouldn’t appear at gambling sessions for a while. He spends all his money on wine and doesn’t stop till he spends every bit. Right on his left sits retired sergeant Davut, who swore to the recent rise in gasoline prices.
His paternal and comforting voice, true to his name, would dominate other players and the dealer every time. Everyone knew him as the commander. His default from being a commander was that he always gave orders. He would avoid playing with strangers. During the times he didn’t play, he would whine about his wife. Although he wouldn’t be fasting during Ramadan, you could easily spot him at local coffeehouses, playing cards until suhur. He tilts his head forward and corrects his glasses with his right-hand pinky. When he is in luck. You could distinguish whether he is winning or losing by the way he answers the phone. Usually it’s his wife calling him reminding him it’s dinner time. If he has a good hand he says, “Thanks honey, I am not hungry yet, don’t mind waiting for me, do you need any groceries?” and if he is losing, he would say, “You go on eating. Its none of your business, I’ll come home whenever I want woman.”
The one listening to the news about the operations in Cizre/Şırnak was Keko* Ferhat, a construction subcontractor. He employs kit and kin (friends and relatives). The only difference between him and the other workers is that he came to town before them. As you can tell by his nickname, he is Kurdish. He worked more than others to hold to the city life and because of this, developed a herniate. Since he has been diagnosed with hernia, he tried everything to avoid the surgery. Because of this, there were no fingers left that wasn’t up his ass and no trees left he wasn’t crucified on. Once, the bonesetter went too far and Ferhat was partially paralyzed for a week. Despite, he never gave up on alternative medicine. Because of the pain in his back, he sits sideways on the chair. When he has a good hand, you can hear him chupping silently.
A youngling from a desk on the frontside of the local coffeeshop tried picking a fight with Ferhat.
-Hey Kurd! State will eat up your people at last!
As the crowd giggled, Keko stretched his hand backwards and said:
-You don’t know shit about it, but you keep talking and talking…
Right then, the maimed left a deck of cards on the table. He felt the silence before the storm and tried to prevent a possible argument with this gesture. Most of the time, the maimed kept his ideas to himself. He didn’t even speak about being a “Turk” or religion. His religion was money. The customer was always right (as long as they gambled and payed their part). And he got what he wanted. He grabbed the deck on the table and stared at the cards for a while. Then he shook his head in disapproval and started mixing them.
A bulky man with a clean shave and brown suit entered the coffeeshop. Right away he said, “Gentlemen, please place your ID’s on the table.” He obviously wasn’t a cop. As the younglings tried to understand the situation, a laughter came from our table. The man by the door was Pasha Murat.
Pasha Murat Works at the city hall. He is the former mascot of the city’s football club. He prevented the supporters from cursing to the mayor when the team wasn’t successful and directly guaranteed his position at the city hall. Murat grew up missing his dad and lives in a tiny shanty house with his mother. When he has a good hand, he caresses his knees. When the bet is high, he doesn’t involve. He spends the money he gains from gambling -and he rarely wins these games- on prostitutes. He is Emine’s,(the city’s sweetheart) regular customer. He spends every penny at Emine’s guesthouse, which makes Emily fancy him more than her own mother.
Pascha continued in the same tone of voice:
-Fuck whoever gives a vote in favor of this mayor.
The Cripple intervened:
-Pascha, it seems they tempted you again…
-Your business goes fine maimed; you have nothing to worry about. We didn’t get our salary in two months now. I told the guy to end my duty in cemetery section. He said, ‘All right Pascha,’ and nothing happened since then.
Everyone was about to pick a card from the deck to choose the fairest distributor. The TV was on at that instant. The newscaster was talking about the rape of a 12-year-old.
-These people deserve to be hanged. Said Yalçın and added:
-To hell with it, execution should be legal…
Pascha intervened:
-Come on, pick a card, stop lingering.
Davut turned towards İbrahim and said:
-And close this fucking TV too.
Yalçın’s daughter is around the age of 14. He leaned towards the cards with half-gone temper and picked a card from the deck.
Yalçın The Driver is one of maimed’s least favorable customers. Whenever he stops by the coffeeshop, İbrahim grimaces and starts squinting. When Yalçın has a bad hand his hands slightly tremble, so he isn’t quite the right person to gamble. Everyone on the table knows that he bets higher than the money he has on him. This is the actual reason behind everyone’s antipathy towards him. Whenever he hits the bottom, he ends up begging for some money from the maimed. He is great at making himself look pathetic. He is indeed a pathetic player. Once, he lost his daughter’s school fees and another time the money he saved to go see his father in law… In times of losing, he keeps talking about all the money he has, and this is understood as cursing by the other players. Still, everyone has a place around this table. Because each and every one of these players sitting around this table are hopeless addicts and already lost a battle in life at least once.
He had to take every little detail into consideration… Keko said pass as soon as he saw the first hand. Pasha called out after Yalçın’s raise in bet. Yalçın’s expectation was for everyone to call out as he raised the bet, but that didn’t happen. Yalçın’s hands started trembling. It also wasn’t hard to tell what Davut’s closed card was. He offered the open card as soon as the five appeared and corrected his glasses. What I struggled reading was Kaya’s hand. If he had another queen, he would definitely show his toothless mouth. I had one open and one closed, a pair of nines. I disqualified Kaya’s hand in this case. Davut, who had five pairs was even easier to beat. Only me, Davut, Yalçın and Kaya was left in the game.
As the third hand was dished out Yalçın and I both got a Jack each. Davut got a Queen and Kaya got a King. I still had the winning hand. I had to push the others out of the game. I had not been working for some time and took my place at the table with what I had left for rent. Even though Yalçın wanted to wait and analyse me a bit he was stopped by Paşa’s “don’t fool me” command and proceeded to fold. Davut had nothing to say. He organized and folded his open cards and placed them under the deck. As the fourth hand began it was just me and Kaya at the table.
I noticed that Kaya’s lips slightly opened as the ace was distributed during the final hand. His closed card was definitely an ace. As I locked my feet on the front legs of the chair, I waited for the card Davut was offering, the card that would pay half of my rent. A nine.. for once I hoped to be lucky… the card was a six that seemed like a nine. Even for this, one would appreciate the distributor. Usually after these cards, comes a seven. Seven puts an end to everything with a godly and painful grin on its face. If it could speak the first thing that would come out of its mouth would be, “Hi friend it’s me again, the worst out of all prime numbers. I came to teach you that there is no such thing as luck in this world.” The six in the other hand, despite it’s ironic appearance said with a stressed attitude, “Think before you go all in. You can win in other hands.” There was only half a second to think. If I express any sign of weakness, they would notice the card wasn’t what I expected. I preferred losing the game instead of showing any weakness.
The relation between winning and losing is the same as life and death. Losing, is riding on the edge of death. If you aren’t dead, its beating death. More truly, it’s giving in to the comfort of death and watching life go by. This relaxation can be seen through your body language. I leaned backwards and called for a rest, trusting in this very relation. But something was wrong. Kaya asked for some time to use this rest. Now, I was completely sure his last closed card was an ace because I could easily see his tonsils. When he was evaluating possibilities by looking at my cards on the table, I was trying to prepare myself for the inevitable end by thinking how I lost half of the rent on the previous hand and the other half is no longer important.
Kaya finally ‘called’. How can one describe this feeling? Imagine you love your job and gain loads of money by it, have a beautifully designed house, a top model car, both smart and beautiful wife which you go travelling with. What if you wake up one morning finding out it was all a dream? Imagine waking up to a one-person bed, in a tiny house all alone, how would you feel?
I said, “Gentlemen, I’m done,” as I slipped both of my hands that were on the table to my knees. The maimed put his hand on my back. I slowly put on my jacket which hung on the back of my chair. I wished everyone good luck. As I opened the door to leave, I felt the gaze of the players on other tables that were busy with playing smaller games, their looks translated to “See, that’s all you can get” in words.
There was heavy rain outside, and it was windy. My cachet jacket was wet. I knew the smoke on the jacket would evaporate into thin air as it starts to dry at home and everywhere would end up smelling like mold. I was thinking way ahead. What about the money I lost? Well, it was too late to think about that. At that instant, the best thing to do was to promise not to gamble anymore. “The casino is the only winner” was what I had to think. By now, I was exhausted from trying to quit smoking and gambling. Who knows how many times I left the coffeehouse without a penny for the cab. The days I won wasn’t any different. I spent all the money I won on other poker tables or for alcohol in less than three days. I have to admit I am addicted and place myself in life accordingly. Many questions came rushing to my mind. Addiction! What a magical word…
I admit I am addicted, but isn’t everyone slightly addicted too? Don’t we all lose when we choose to live? Aren’t all humans slightly addicted, in a world where money and possessing more than ‘others’ is what everything comes around to. Souls who go to the exact same office every day, listen to the same newscaster every evening and lived and died as the same cog in the same insignificant wheel of this system. Maybe the maimed’s coffee house wasn’t even real? Wasn’t the coffeehouse full of different kinds of people from various ethnicities? Wasn’t it a life on its own? As I tried to answer such questions, I arrived home.
I spent a week away from card games and smoking. How did I feel? A week no different than strolling around an Anatolian steppe which showed no sign of life; no animals, no nature, nothing other than my memory.
What am I doing now? Apart from “being a tourist with a typewriter” I returned to my realm and started searching for the answer to one question: Do we count as alive when we are in the game or is being alive all about writing the game itself?
* Keko originally means orphan in Kurdish. But in some regions it is used as a nickname/salutation to insult Kurdish people.
Девятка, что угодно за девятку… Мое сердце билось в груди, как заключенный, который колошматит в дверь камеры, чтобы его услышал надзиратель. Мой живот будто бы вжимался в спину. Я слегка наклонил голову, чтобы не выдать себя движением зрачков, и принялся вновь изучать свои карты. В голове у меня вертелась ободрительная фраза на случай, если я проиграю на этой сдаче: «Это не конец света». Но на самом деле это, конечно, он и был — конец света. Один из тех концов, после которых мы даем себе помпезные обещания — они всегда приходят в голову, когда мы хотим начать жизнь сначала.
Говорят, что за такие изменения в организме отвечают гормоны, конкретно — адреналин. То же самое говорят и о нездоровом пристрастии к игре. Но я с этим не согласен. У меня есть на то субъективные причины — впрочем, доказать мою правоту трудно. Если вам случалось плавать с аквалангом или прыгать с парашютом, вы наверняка знаете, какое удовольствие приносит адреналин. Это удовольствие — часть того мира, который мы называем реальным. Значит, у игры есть свой собственный мир. Мы, люди, — все чужаки в том мире, который считается реальным. И отчуждение вновь и вновь возникает — пока у человека есть деньги. Люди втянуты в вечную войну между богатством и нищетой. Если вы спросите меня, что еще доставляет мне такое же удовольствие, я вряд ли сумею вам ответить. Впрочем, могу вам сказать. что ключ от райских врат — это получение письма, которого вы ждали.
Вот Ибрагим-Калека, местный персонаж, вполне соответствующий своему имени, —толстоватый, одна рука у него искусственная. Его кофейня находится на одинокой улочке. Четыре столика для игры стоят у входа, ближе к левой стене. В правой части кофейни — одна только кухня и проходы к тем столикам, что в дальнем углу. Те столики, где играют по-крупному, тоже там, вдалеке. Другие посетители этих столиков сторонятся. Густой дым, витающий над игроками, моментально устремляется в щель приоткрытой двери. Я видел много казино и спикизи, но это место от них отличается… Оно будто притупляет в игроке волю к победе. Здесь по морщинам на лицах людей можно определить, что они уже потеряли в жизни. В тот вечер игроков было шестеро: пятеро завсегдатаев и я.
Например, Эсмер Кайя: у него за столиком постоянное место. Чтобы ему было удобно осматривать всю кофейню, он сидит спиной к левой стене (удивительно, как ему удается всякий раз занимать один и тот же стул). Место Кайи неизменно в любое время. Иногда я гадаю: что он, приходит ночью и сидит до утра? По его тюрбану, по оттенку кожи можно было бы принять ее за индийца. Это отчасти верно. Если посмотреть на него в деле, то национальность легко угадать: он цыган. Когда на руках у него хорошие карты, он открывает рот — тогда можно увидеть его зубы. Вернее, что зубов у него нет. Нет всех задних зубов. Он играет на кларнете по свадьбам, а заработки тратит на игру. Он никому не доверяет и, даже когда ему не везет, не повышает голоса. Услышать от него можно, даже при самом худшем раскладе, только тихое недовольное ворчание. Он играет, пока не проиграется до нитки, — либо пока не
выиграет кучу денег. Выиграв, он какое-то время почти сюда не наведывается. Все деньги он спускает на вино — и не останавливается, пока не пропьет все.
Слева от него — отставной сержант Давут. Он костерит бензин — опять подорожал. Его отеческий, успокаивающий голос, под стать имени1, всегда действовал на всех игроков, руководил всей покерной партией. Его все называли командиром, а значит, он должен был отдавать приказания. Если он не играл, то жаловался на свою жену. Он не собирался поститься в рамадан, и можно было то и дело застать его в одной из местных кофеен: там он играл в карты до самого сухура2. Если ему везет, он наклоняет голову вперед и поправляет очки мизинцем правой руки. Понять, выигрывает он или проигрывает, можно по тому. Как он отвечает на звонки. Обычно ему звонит жена — напоминает, что пора ужинать. Если карты у него хорошие, он отвечает: «Спасибо, милая, я не голодный, не жди меня. Что-то купить?» А если дела плохи, он говорит: «Ты ешь. Какое твое дело, женщина! Приду когда приду».
Тот, что вслушивается в новости о военных операциях в Джизре3, — Кеко Ферхат, строитель-субподрядчик. Он нанимает на работу своих родственников. Вся разница между ним и другими рабочими в том, что он раньше них приехал в город. Как легко понять по его прозвищу, он курд4. Он больше других старается держаться за городскую жизнь — благодаря чему и заработал грыжу. С тех пор как у него нашли грыжу, он всеми силами старался не попасть к хирургу. Из кожи вон лез, задницу рвал, лишь бы никуда не ходить. Однажды массажист перестарался — и Ферхат целую неделю почти не мог двигаться. Но все равно налегал на альтернативную медицину. У него болит спина, так что на стуле он сидит боком. Когда ему идет карта, он цокает языком — будто бы неодобрительно.
Какой-то юнец, сидевший за столиком ближе ко входу, попробовал было затеять с Ферхатом драку.
— Эй, Кеко! Такие как ты, развалят в конце концов правительство!
Публика негромко засмеялась. Кеко отвел руки назад и сказал:
— Ничего ты не понимаешь, а болтаешь что ни попадя…
Калека положил на столик колоду карт. Он понял, что наступило затишье перед бурей, и решил предотвратить ссору. По большей части Калека о своих мыслях не распространялся. Не говорил о том, что значит быть турком, не говори о религии. Его религией были деньги. Клиент был всегда прав (пока играл и платил по счету). И
Калека добился своего. Снова взяв колоду, он некоторое время смотрел на карты. Потом недовольно покачал головой и принялся их тасовать.
В кофейню вошел гладко выбритый человек в коричневом костюме и с порога сказал: «Господа, карточки на стол!»5 Полицейским он явно не был. Молодежь пыталась понять, в чем дело, а за нашим столом уже смеялись. Это был Паша Мурат.
Паша Мурат работает в городской управе. Раньше он был талисманом нашего футбольного клуба. Он не позволял гражданам ругать мэра, когда команда проигрывала, и тем самым обеспечил себе место в управе. Мурат вырос без отца, живет с матерью в крохотной лачужке. Когда у него хорошие карты, он поглаживает свои колени. Если играют по-крупному, он не участвует. Выигрыши он тратит на проституток (хотя выигрывает редко). Он постоянный клиент Эмин — зазнобы всего города. Все свои деньги он оставляет у Эмин, отчего она любит его крепче, чем родную мать.
Паша продолжил:
— Все, кто голосовал за мэра, — козлы!
Вмешался Калека:
— Ну, Паша, опять тебя накрутили.
— У тебя с бизнесом все хорошо, Калека, тебе волноваться не о чем. А нам второй месяц зарплату не платят. Я сказал, что по кладбищам больше не работаю. Мне говорят: «Ладно, Паша». И ничего не происходит.
Теперь каждый должен был взять карту из колоды, чтобы определить, кому сдавать. В это время прорезался телевизор. Ведущий новостей рассказывал об изнасилованной двенадцатилетней девочке.
— Повесить их надо, — проворчал Ялчин и добавил: — Давно пора вернуть смертную казнь…
Паша перебил:
— Бери карту, чего тянешь.
Давут повернулся к Ибрагиму и сказал:
— Да выключи ты этот сраный телик.
У Ялчина тоже дочь. Ей лет четырнадцать. Он, еще не совсем остыв, наклонился к картам и взял одну из колоды.
Ялчин-шофер — один из самых нелюбимых посетителей у Чолака. Всякий раз, оказавшись в кофейне, он из-за чего-то раздражается и злобно щурится. Когда ему не везет, у него слегка дрожат руки — вообще-то не играть ему не следовало бы. Все за столом знают, что он ставит больше, чем у него при себе есть. Потому-то его все и не любят. Если он проигрывает, то начинает клянчить взаймы у Калеки. Он умеет
напустить на себя жалкий вид. Но он и есть жалкий игрок. Однажды проиграл деньги, которыми надо было платить за дочкину школу, в другой раз — деньги на поездку в гости к тестю… Проигрывая, он все говорит о том, сколько у него денег — для других игроков это все равно что сглаз. Но за этим столом всем есть место. Потому что каждый уже проиграл в жизни одну битву — когда пристрастился к картам.
Нужно было учесть все детали… Кеко спасовал, как только прошла первая раздача. Паша вышел из игры, когда Ялчин поднял ставку. Ялчин надеялся, что все выйдут из игры — но этого не случилось. Тут у него задрожали руки. Было несложно определить, какая карта была скрыта у Давута. Он выложил открытую карту, как только у него появилась пятерка, и поправил очки. Я не мог понять, что за комбинация у Кайи. Если еще одна дама, Кайя наверняка покажет свой беззубый рот. У меня была одна открытая карта, одна закрытая, обе девятки. В таком случае моя комбинация была сильнее, чем у Кайи. Побить пять пар Давута было еще легче. В игре оставались только я, Давут, Ялчин и Кайя.
После третьей сдачи мы с Ялчином оба получили по валету. Давут получил даму, а Кайя — короля. У меня все еще была выигрышная комбинация. Мне надо было выбить из игры остальных. Некоторое время не работал — и сейчас поставил на кон деньги, которыми должен был заплатить за квартиру. Ялчин хотел подождать, понаблюдать за мной, но его остановил Паша — словами «Не будь дураком». Тогда Ялчин стал убирать свои карты. Давуту сказать было нечего. Он тоже аккуратно сложил карты и убрал их под стол. К четвертой сдаче в игре остались только мы с Кайей.
Я замети, что ее рот приоткрылся: на последней сдаче к ней приплыл туз. Ну, так и есть: наверняка ее закрыта карта — туз. Я зацепился ногами за ножки стула и ждал, какую карту сдаст мне Давут. Эта карта оплатит половину моей квартплаты. Девятка… но нет, не повезло —это была шестерка, которую я принял было за девятку. Но и за это можно было поблагодарить сдающего. После этих карт обычно приходит семерка. Семерка с божественной и болезненной улыбкой кладет всему конец. Если бы она могла говорить, то первым дело произнесла бы: «Привет, друг, это снова я, худшее из всех простых чисел. Я здесь, чтобы объяснить тебе, что нет на свете такой вещи, как удача». А вот шестерка, несмотря на ироничное выражение, говорила с нажимом: «Подумай, стоит ли рисковать всем. Может, выиграешь на другой сдаче». На размышления у меня было всего полсекунды. Если я выкажу хоть малейшую слабость, другие заметят, что карта пришла не та, какой я ожидал. Лучше проиграть, чем показать слабость.
Отношения между выигрышем и проигрышем такие же, как между жизнью и смертью. Проигрывать — значит ходить по краю смерти. Если вы не умираете, то побеждаете смерть. Или, вернее, сдаетесь перед ее уютом, смотришь на то, как жизнь проходит мимо. Расслабляетесь так, что это видно по вашим поведению, жестам. Я откинулся на спинку стула и попросил сделать перерыв. Я полностью доверился тем самым отношениям. Но что-то шло не так. Кайя выжидал, пытаясь понять, хороши ли мои карты. Теперь я был убежден, что у него остался закрытый туз. Рот он открыл так широко, что я видел его гланды. Пока он глядел на мои открытые карты, прикидывая вероятный исход игры, я готовился к неизбежному финалу. Я понимал, что проиграл половину квартплаты, а другая половина мне уже не пригодится.
Наконец Кайя открылся. Как описать это чувство? Представьте себе, что вы любите свою работу, зарабатываете кучу денег, у вас красивый дом, первоклассная машина, умная и красивая жена, с которой вы любите путешествовать. А потом однажды утром вы просыпаетесь и понимаете, все это был сон. Представьте себе, что вы проснулись в холостяцкой кровати, в маленьком домишке, совершенно один. Ну, каково вам будет?
Я сказал: «Я все, друзья» — и уронил руки на колени. Калека положил мне руку на спину. Я неторопливо надел куртку, которая висела на спинке стула, и пожелал всем удачи. Открывая дверь, я чувствовал на себе взгляды других игроков, занятых игрой помельче. Взгляды эти говорили: «Вот так оно и бывает».
На улице шел сильный дождь, дул ветер. Моя клетчатая куртка промокла. Я знал, что табачный дым из нее выветрится, когда куртка будет сохнуть дома; в конце концов все пропахнет плесенью. Я загадывал сильно вперед. Вот я проиграл деньги —что дальше? Ну, об этом думать уже поздно. Лучшее, что можно сделать сейчас, — пообещать себе больше не играть. «Выигрывает только казино», — вот какая мысль должна была бы прийти мне в голову. Я уже устал от попыток бросить курить и играть. Сколько раз я выходил из кофейни, проиграв все — так, что даже на такси не оставалось! А когда выигрывал, мало что менялось. В три дня я просаживал весь выигрыш на покер и на выпивку. Нужно признать, что у меня болезненная зависимость, — и вести себя соответственно. В голове у меня тут же закружились вопросы. Зависимость! Что за волшебное слово…
Да, у меня зависимость — но разве не у всех так? Разве мы все не проигрываем, выбирая жизнь? Разве все люди не страдают зависимостью в мире, где все сводится к деньгам, к стремлению иметь больше, чем другие? Сколько живых душ ходит каждый день на одну и ту же службу, слушают одного и того же телеведущего, живут и умирают — одинаковые зубчики незначительных шестеренок в механизме. Может быть, и нет никакой кофейни Калеки? Разве не сидели там люди самых разных национальностей? Разве не шла там своя отдельная жизнь? Пока я пытался разрешить эти вопросы, я дошел до дома.
Я провел неделю без карт и курения. Каково это было? Примерно как провести неделю в походе по степи: никаких признаков жизни. Нет животных, нет природы, нет ничего, кроме моих воспоминаний.
Чем же я занимаюсь сейчас? Сейчас я, «турист с пишущей машинкой», вернулся в свою стихию, чтобы найти ответ на один вопрос. Мы живы, когда мы играем, — или быть живым и значит придумывать ход игры?
Биография автора
Родился на окраине Стамбула ровно за год до смерти великого турецкого поэта Тургута Уяра. Вырос в пустыне правды. Продолжает заниматься делом, которое ни у кого не вызывает уважения, пишет либретто надежды для дешевых театров, ищущих талантливых актеров.