Ayten, perdenin arasından içeriye süzülüp, yüzüne vuran güneş ışıklarıyla uyandı. Doğrularak yatağının karşısındaki aynadan kendine baktı. Bembeyaz tenini kıpkırmızı yapan güneş sanki onunla dalga geçiyor gibi ışıldıyordu. Beyaz denilebilecek kadar açık sarı saçları dağılmıştı. Ayağa kalkıp perdesini kapattı. Cildi kıpkırmızı olmuştu. Her zaman yaptığı gibi porselen beyazı cildine güneş kremini bolca sürdü. Teni ve saçları gibi beyaz bir pantolon ve beyaz bir tişört giyip alt kata indi. Annesinin yaptığı tostu yedi ve şemsiyesini yanına alıp güneş gözlüğünü de takarak evden çıktı. Dışarıya ilk adımını yavaşça atıp şemsiyesini açtı. Ayten bir albinoydu. Ay kadar beyaz bir teni
olduğu için ailesi ilk doğduğunda ona Ayten ismini vermişti. Ayten aynı şeyleri her gün yaşamayı istemiyordu artık. Onu mutsuz gören herkes ona çok güzel olduğunu, herkesin sarı saçlı ve gri gözlü olmak istediğini söylüyordu. Özellikle bazıları “Keşke ben de senin gibi albino olsam. Çok güzel bir dış görünüşüm olurdu. Çok farklı ve güzel duruyor.” gibi cümleler söylediklerinde Ayten iyice sinirlenirdi. En sevmediği şey birinin ona keşke senin yerinde olsam demesi olurdu. Onun için renkli gözlere, güzel saçlara, açık bir tene sahip olmanın, daha doğrusu dış görünüşün hiçbir önemi yoktu. İnsanların asla dışına değil, içine bakardı hep. Her gün, ten rengi yüzünden güneş kremi sürmekten ve güneşe çıkamamaktan, gözleri yüzünden sürekli güneş gözlüğü takmaktan ya da şemsiye kullanmaktansa çirkin olurum daha iyi diye düşünürdü hep. Onun için en önemlisi bir insanın kalbinin saflığı ve temizliğiydi. Bazen bir martı olmak isterdi, martı olup buralardan uçup gitmek, her şeyden ve herkesten uzaklaşmak. Küçükken ona büyüyünce ne olacaksın denildiğinde o hep martı olmak, derdi. Yolda yürürken bir anda aklına geldi. Küçükken düşündüğü bu düşünce… Hala aynı mı düşünüyordu? Artık büyümüş, 15 yaşına gelmişti. O ne olursa olsun buradaydı ve değişemezdi. Tanrı onu öyle yaratmıştı ve şu an yapabileceği tek şey hayatını sürdürmek ve kendine iyi bakmak, dikkatli olmaktı. O an kararını verdi ve hayır burada kalacaktı. Yürürken bu yoldan her geçtiğinde gördüğü o beyaz
kelebeği tekrar gördü. Bir an onu kendine benzetti ama sadece rengi açısından benzetmedi. Fazla ömrü var gibi durmuyordu ama ne olursa olsun o kelebeğin de içinin en az kendi içi kadar saf temiz ve iyi niyetli olduğunu anlayabiliyordu.
Ayten, woke up to the touch of sunshine, gliding between the curtain. She straightened and gazed at her reflection in the mirror. Sun, which turned her pure white skin to red at an instant, seemed to tease her. her golden white hair was untidy. She stood up and closed the curtain. Her skin was red. Following her routine, she covered her white skin with a thick layer of sunscreen. She wore white pants and a white t-shirt, just like her skin. She ate the toast her mother prepared, grabbed her sunglasses and umbrella and stepped outside. She opened the umbrella. Ayten was an albino. Her family gave her the name “Ayten”* because she had skin as white as the moon. Ayten was tired of having to live through the same things everyday. People who saw how unhappy she was, told her how beautiful she is and that everyone envies her blonde hair and grey eyes. Some of them even said, “I wish I was albino too. I would be very beautiful. It looks original and pretty.” This made Ayten even more upset. One thing she didn’t like was for someone to envy her.
For her, having grey eyes, beautiful hair and bright skin, generally things about appearance didn’t matter at all. She always looked at the soul of people rather than how they looked. She always thought to herself, “rather than having to put on tons of sunscreen, walking with an umbrella and wearing sunglasses all day, I would just prefer to be ugly.” The only thing that mattered to her was how pure and good someone’s heart was. Sometimes, she wished to be a seagull, to fly away from here and away from everyone. When she was a little girl, she said she wanted to be a seagull when she grew up. She thought as she was walking, this wish she had when she was a little girl… was it still true? She was older now, 15 years old. She lived in this universe and this world no matter what and there wasn’t a way to change. God created her the way she was and the only thing she could do was to treat herself well, be careful and carry on living. She made up her mind, she was staying here. She saw the white butterfly that she sees everyday as she walked home. She thought it resembled her. Not only because of the colour but the butterfly also seemed to have a limited time here. She could see that it was well-meaning and carried a pure, innocent and good heart inside. Just like her.
*Ayten when written adjacent is a Turkish name meaning “Skin bright/white like the moon” Ay: Moon / Ten: Skin