Garnitür Konservesi / Garnıture Conserve / Confıtura de Guarnıcıón


TÜRKÇE

Bir konserveyle birlikteyim: Garnitür konservesi. İçinde ne ararsan var. Bir hayatı lezzetlendirecek her şey. Rengarenk içindeki potansiyel. Çok uzun süredir açılmadı, bir yerde kullanılmadı. Üretilmeyi bekledi önce. Ham halinden, bu haline koca bir süreç geçirdi. Salatalıkların yeşiline âşık oldu, domateslere kızdı kimi zaman, bir patlıcanı çok sevdi, baklayla hiç anlaşamadı. Bezelyeyle bakıştılar uzun süre. Ama içindeki bezelye, dışındakiyle anlaşamadı. Tamamlanmayı bekledi, başlangıcın başından beri. Bir parçasını bilinmezliğin tezgahında bıraktı, şişelendi. Hapsedildi bir cam şişenin içine. Şişenin cam oluşunu fırsat bildi, dışarıdaki dünyayı gezdirdi içinde. Bütün görüntüleri çekti içine. Her şeye baktı, baktı… Raf ömrünün süresi kadar bir umutsuzluk taşıdı özünde. Yararlı olmak istedi; birinin damağına ulaşmak, var edildiği amaç için kavrulmak, pişmek, kokmak ve hazır olmak.

Ben başka bir konserveyim. Ondan tam 2 yıl sonra üretildim. Aynı markanın farklı ürünleriyiz. Aynı adın farklı karşılıkları. Aynı gölgenin farklı yaprakları. Aramızda iki sıra konserve vardı bir süre öncesine dek. Bir şey bizi hep birbirimize çekti. Hayallerimizi konuştuk birlikte. O bir balığın yanında meze olmak istiyordu. Deniz kenarında, rakılı, şarkılı sofralar hayal ediyordu. Anason kokusuna sarılmak en büyük hayaliydi..

“Bir gün biri bir kahkaha atacak, o sırada Zeki Müren çalacak, sonra rakısından bir yudum ve ardından çatalın ucunu değdirdiği mezeyle diline ulaşan hazda ben… Çok sıcak olacak içerisi, anasonla eriyeceğim.. Kulağımda bir gülüşü asılı kalacak bir de Zeki Müren..” derdi.

Hayranlıkla dinlerdim onu…

Sonra bir gün önümden geçen bir kadınla göz göze gelirken, aniden kadının eli bana uzandı ve beni avucuna aldı. Uzun uzun inceledi beni. Ben senden ayrılacak olmanın korkusuyla titrerken, kadının çantasındaki kitaba kaydı gözlerim. Belki de dedim, belki de bu sözcüklere ulaşan bir kadındır. Hayalimdi benim sözcükler. Reyondaki bütün ürünlerin hikayelerini üstlerinden okudum. Hele seninkini neredeyse her gün defalarca okudum. Özüme kazımak için.

Küçük kız bir gün kitabını düşürdü, düzenleyiciler gelene kadar şaşkınlıkla okudum her yerini. İçimin görebildiği kadarını. Okuyamadığım kısımları hayal ettim. Mesela karşıdaki mavi kitap bir balığın hikayesi, sarı olan mısırın tarladaki günlerini anlatan heybetli bir roman olmalı. Ben hayalimin içinde dolanırken, kadın beni aniden senin yanına bıraktı. Önce bir şaşırdık ama sonra anladık ki biz öz olarak hep birlikteydik zaten. Anladım ki ben hep senin yanındaydım. Senin dostluğundu beni bu cam hücrenin içinde yaşatan.

Bir süre daha birlikte yaşadık. Seni bugüne getiren tecrübelerini anlattın bana. Varoluşunun hikayesi sana daha da saygı duymamı sağladı. Etrafımızdakiler bir bir eksilir ve yeniler eklenirken, bir gün bir şey itiraf ettin bana:

“Ben çok yakında öleceğim.”

İçim, bunu kabul etmek istemedi. Derin bir kedere gömüldüm. Raf ömrümden bir yıl eksilttim gidecek olmanın acısıyla.

Bir süre daha geçti, sessizce nesneleşerek bekleştiğimiz. Sonra bir an neşeli bir kalabalık geldi önümüze. Birbirlerine hangi reyona uğrayacaklarını söylediler ve bir kısmı gitti. Benim matematiğim iyi olmadığı için kaç kişi olduklarını sen saydın. Sekiz kişilermiş. Sen sayılar konusundaki yeteneğin sayesinde hesapladın ya zaten öleceğin günü. Senden benim öleceğim günü de hesaplamanı istedim ama sen,

“Zaten cam bir kafesin içindesin, seni bir de bir sayının içine hapsetmek istemiyorum” dedin.

Ben bunları düşünürken yaşam çizgimizi değiştiren bir an yaşandı. Biri önce seni sonra beni aldı eline. Ve market arabasının demir parmaklıklarının arasında başladık serüvenimize. Bir dünya turuna çıktık seninle. Bütün ürünleri gördük, evrenimizdeki herkesi. Durduğumuz yerlerdeki her şeyi okudum. En azından biraz kafam dağıldı. Sonra diğerleri geldi ve sen yan arabadaki rakıyı fark ettin. İçinde gördüğüm bir anlık ışıltı her şeye değerdi. Bizi koydukları torbada çok yakındık seninle… Araba sarsıldıkça iyice birbirimize yapıştık. Aramızdaki boşluklar ilk defa bu kadar kapandı. Biraz utandım… Ama hayatımın en güzel anıydı.

Mavi beyaz bir mutfağa getirdiler bizi. Tezgâhın üzerinde, pencereye çok yakın bir mesafedeydik. Heyecanla yemekler yapılıyordu. Senin gözlerin parladı. Hayalimi yaşamadan ölmeyeceğim galiba dedin. Sen evin bütün detaylarını incelerken, biri sana yaklaştı ve eline bir bıçak aldı. Ben korkuyla karışık bir merakla izlerken sen bahçenin detaylarını çıkarıyordun kafanda. Aniden seni elinde hafif yatay bir pozisyona getirdi ve bıçağın ucunu kapağının içine biraz sokarak yukarı doğru kaldırdı. Sen yıllardır tuttuğun nefesini bıraktın ve kapağın açıldı. Saniyeler yavaşladı o an, görünüşün değişti birden.

“Nasıl bir his?” diye sordum sana, “Bir doğum gibi, yeniden doğma hali.” dedin. Kendini doğurmuştun sen. Sonra aynı el benim kapağımı açtı. Biri gökyüzümü üstümden almış gibi, sonsuz bir ışık doldu içime. Özümdeki görünmez endişeler ve varoluş mücadelem uçup gitti üstümden. Artık vardım. Bizi kocaman bir havuzun içine döktüler aynı anda. Seninle karışmak, hayatımda hissettiğim en güzel histi. Senin her yerime nüfuz etmen, içimdeki tüm boşlukları doldurman… Hazırdık artık hayata. Birdik, bizdik.

Sonra başkaları eklendi içimize. Bir süre buzdolabındaki dostlarımızla vakit geçirdik. Ve yolculuk başladı yeniden. Götürüldüğümüz bahçe bizim cennetimiz olmalıydı. Bembeyaz bir örtünün üstüne, bembeyaz bir tabakta biz. Diğerleri yanımıza dizildiler teker teker. Sonra insan sesleri ve gülüşleri artmaya başladı. Hiç duymadığımız kokular duyduk seninle. Tabağımızın sonuna denk gelen bardağa su koydular. O suyun ardından masaya gelenleri izlerken bardağa eklenen bir şeyle görüntü gitti. Sen önümüzdeki şeyin rakı olduğunu anladığın an terlemeye başladın. Seni sakinleştirmem hiç kolay olmadı. Sana, terlersen lezzetinin kaçacağını hayaline çok yakınlaştığını ama sakin ve soğuk kalman gerektiğini anlatmaya çalıştım. O sırada yanımıza yaklaşan tekerlekli bir sehpaya kağıtlar ve kitaplar geldi. Bizim gibi hayallerimiz de bütünleşmişti.

Yemeğe başlayan herkes, kadehler kaldırdı. Şiirler okunmaya başlandı sırayla. Herkes bir kâsenin içinden bir kağıt seçiyor ve bir şeyler okuyordu. “Şiir kurası,” dedi biri. O an bir dilek hakkım daha olsa, o kağıtlardan birini de ben seçip okumak isterdim. Dinlediğim sözcükler, eşsizdi.. Bugüne kadar okuduklarımdan farklı, benzersizdi.

Zamanın yavaşladığı bir anda,

Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, yeryüzünde sizin kadar yalnızım,” dedi Zeki Müren ve bir çatalın gölgesi düştü üzerimize. Seninle ikimiz bir çatalın üstünde, göğe yükseldik bir süre ve açılan bir ağzın nefesinde… İçeri girerken son bir kez baktım yüzüne, anason kokusuyla sarmalanmış, kendi cennetini kazanmış biri gibi gururluydu ifaden. Var olmanın hazzıyla daha da değişmişti çehren. Özün yaşıyordu. Biz vardık. Ve ağız gülümsemeyle dağılarak kapandı.

ENGLISH

I’m dating a conserved good: a Garniture conserve. She contains many goods. Anything to add some flavor to life. She has a colorful potential. No one opened her or used her before. She waited to be produced first. She went through many steps from her raw state to this time. She fell for the green of cucumbers, got angry with tomatoes once in a while, loved an aubergine very much but never got along with horbeans. For a long time, she eyed the peas. But the peas inside, couldn’t get along with the ones left outside. She waited patiently to be complete since the very beginning. She left a part of herself on the counter of uncertainty and the rest of her got bottled. In the end, she was trapped inside this glass bottle. Then decided to use the opportunity of the bottle being of glass and took the whole world inside. She soaked everything in sight. She looked and observed everything… Within her soul, she carried hopelessness as great as her shelf life. She wanted to be useful; to reach someone’s taste buds, get broiled as she’s meant to be, cooked, smell delicious and finally served.

I am, another conserved good. I was produced two years after the garniture conserve. We are two different types made by the same brand. The same name but different souls. Similar shadows of different leaves. A while ago, there were two lines of cans between us. But some force, always pulled us together. We talked about our dreams. She wanted to be meze1, a side dish for fish. She dreamed of a table by the seaside, a night of conversations and chanting accompanied by rakı2. Clinging to the scent of anise was her biggest dream… “Someday, someone will laugh and right then, Zeki Müren3 will start playing, a quick sip from rakı will follow and a small piece of meze for closure. Then, I will be mesmerized just as the fork meets the tongue… It will be warm inside and I will reach the pleasure of uniting with anise… I would still hear the laughter from afar and a hint of Zeki Müren’s voice…” she would say.

I would listen to her with envy.

Then one day, a women was passing by the shelf, our eyes met. She picked me up and looked at me carefully. As I shivered with the thought of being apart from you, the book in her purse caught my attention. I said maybe, just maybe this is a women of words. My dream was words. I read the stories and past lives of every product on our shelf over and over again.

A little girl dropped her book one day, I read the book in awe. Only the parts I could see of course. The parts I couldn’t get to read, I imagined. For instance, the blue book right across the hall is the story of a fish, the yellow one on its right must be a glorious novel about the days of corn, in the cornfield. As I was wandering in my dreams with words, the women put me down beside you. At first, we were surprised but then came to understand that we were always one, even when we were apart. I understood, I was always there beside you. Your friendship was what kept me alive in this prison of glass.

We lived together for a while. You told me stories of how you got here. The story of your existence made me respect you even more. The cans around us were coming and going day by day and you confessed:

“I will die soon.”

I didn’t want to believe you. I was buried in a deep sorrow. One year got subtracted from my shelf life, just because of the pain this confession caused.

Days passed and we waited like simple objects rather than living souls. One day a joyous crowd appeared in front of us. They informed each other about which rayons they will shop from and separated. You counted how many people they were since I’m poor at mathematics. There were eight people. You figured out the day of your death by your skills in math anyway. I asked you to calculate my time of death too but you said,

“You are already in a glass cage, I don’t want to trap you in a cage of numbers too.”

As I was thinking about these, something happened that changed our lives forever. Someone grabbed you and then me right after. Another journey began between the iron bars of the shopping cart. We went on a world tour together. We saw all the products, everyone in our universe. I read everything which came in sight along the way. Then other people came and you noticed the rakı inside the other shopping cart. Seeing the instant sparkle in your eyes was worth everything. We were very close in the bag they put us in… and as the cart moved, our bodies almost combined. The gap between us was almost gone for the first time. I was quite shy… But that was the best moment of my life.

They took us to a blue-white kitchen. We were placed on the counter near the window. People were excitedly cooking. Your eyes sparkled. You said,

“I guess I’m not going to die before I live my dream.”

You began observing every inch of the house, someone approached you and picked up the knife. As I watched you with curiosity and fear, you were busy mapping the garden outside, in your mind. All of a sudden, he placed you in a slightly horizontal position, inserted the tip of the knife into the cover and lifted the lid upwards. You let go of the breath you’ve been holding in for years and your lid opened. Moments collapsed, your appearance changed.

“How does it feel?” I asked.

“It feels like birth. An exact rebirth.”

You gave birth to yourself. Then the same hand, opened my lid. Infinite amount of light filled me in, like someone teared the sky above. The invisible burden of worries and the existence struggle in my essence faded away.  I was there.They poured us in a gigantic pool at the same time. Mixing with you, being one was the best thing I’ve ever felt. The way you filled all my gaps, and surround me everywhere possible… We were ready to live. We were one, we were us.

Then others joined us. We spent some time with our friends in the fridge. And afterewards the journey continued. The garden which they took us to, must have been our paradise. Us, together on a white plate, left on a clean, white table cloth. The others were placed beside us, one by one. Then laughter and voices increase. They poured some water inside the glass in front of us. We began watching the reflections of people coming towards the table through the glass. Then another liquid got poured on top of the water and all of a sudden, our clear vision of the table was gone. As soon as you realized the glass was filled with rakı, you began sweating.  I can’t say it was easy to calm you down. I said,

“If you sweat, you will taste bitter and you are a moment away from reaching your life-long dream. So you have to pull yourself together and remain cold and calm.”

Right then, a dinner trolley full of papers and books approached the table. Just like our souls, our dreams were also united.

Everyone raised glasses. They began reading poems one by one. They picked pieces of paper from a bowl and read something out of it. Someone called it, Poem Draw. If I was to be granted with a single wish, I would wish to read out one of those papers in the bowl. The words which came out of their lips was unique. Nothing like the ones I have read before, these were priceless.

In a moment where time claimed itself useless, Zeki Müren was heard and the we felt the shadow of a for above us,

“Stars in the night sky, wandering alone, I am as lonely as you are, here on the face of earth.”

You and I, hooked on the tip of the fork, got raised towards the sky for some time and ascended through an opening mouth and warm breath… As we entered, I looked at your face one last time. Surrounded with the strong scent of anise, you wore a proud face as if you reached your own paradise. With the glory of existing, your face shifted. Your essence was alive. We were alive. The mouth was shut and reshaped with a smile.

1 Meze or Mezze in eastern Mediterreanean, is a selection of apetizers in Turkish. It is usually accompanied with alcoholic drinks and mainly Rakı.

2 Rakı is a sweetened, anise flavored and grape based alcoholic and traditional drink in Turkey. 3 Zeki Müren can not be put in as a footnote. You should search and see for yourselves. But one can say he is a Turkish Art Music singer who influenced a whole generation with his art and character, he was and still is an icon in Turkey.

Español

Estoy saliendo con alguien muy bien conservado: una confitura de guarnición. Ella contiene muchas bondades. Todo para aportar un poco de sabor a la vida. Ella tiene un vibrante potencial. Nadie la abrió ni la usó antes. Esperó a ser producida primero. Pasó por muchas etapas desde que estaba cruda hasta este momento. Se enamoró del verde de los pepinos, alguna vez se enojó con los tomates, adoró la berenjena, pero nunca se llevó bien con ciertas hierbas. Durante hace mucho tiempo, ella observó los guisantes. Pero los guisantes de adentro no podían llevarse bien con los que quedaban afuera. Esperó pacientemente a estar completa desde el principio. Dejó una parte de sí misma en el mostrador de la incertidumbre y el resto quedó embotellado. Al final, quedó atrapada dentro de una botella de vidrio. Entonces optó por aprovechar la oportunidad de que la botella era de vidrio y tenía al mundo entero desde adentro. Así, impregnó todo con su mirada. Miró y observó todo … Dentro de su alma albergaba una desesperanza tan grande como su vida útil. Ella quería ser útil; alcanzar las papilas gustativas de alguien, asarse a la parrilla como debe ser, cocinarse, oler deliciosamente y finalmente ser servida.

Yo soy otro bien conservado. Fui producido dos años después de la conserva para guarnición. Somos dos tipos diferentes hechos por la misma marca. Un mismo nombre, pero diferentes almas. Sombras similares de diferentes hojas. Hace un tiempo, había dos líneas de latas entre nosotros. Pero alguna fuerza nos juntó. Hablamos de nuestros sueños. Ella quería ser meze1, un acompañante para pescado. Soñaba con una mesa junto al mar, una noche de conversaciones y cánticos acompañada de rakı2. Aferrarse al aroma del anís era su mayor sueño … “Algún día, alguien se reirá y, en ese momento, Zeki Müren3 comenzará a tocar, un sorbo rápido de rakı lo seguirá y un pequeño trozo de meze para el cierre. Entonces, quedaré hipnotizada justo cuando el tenedor se encuentre con la lengua … Hará calor dentro y alcanzaré el placer de unirme con el anís… Aún oiría la risa desde lejos y un atisbo de la voz de Zeki Müren…”*, decía. Yo la escuchaba con envidia.

Un día, una mujer pasó frente al estante y nuestros ojos se encontraron. La mujer me levantó y me miró con cuidado. Me estaba estremeciendo ante la idea de estar separado de ti, cuando el libro en el bolso de la mujer llamó mi atención. Me dije que tal vez, solo tal vez, se trataba de una mujer de palabras. Mi sueño eran las palabras. Solía leer una y otra vez las historias y vidas pasadas de cada producto en nuestro estante.

En una ocasión una niña dejó caer su libro, lo leí con asombro. Solo las partes que pude ver, naturalmente. Las partes que no pude leer las imaginé. Por ejemplo, el libro azul al otro lado del pasillo es la historia de un pez, el amarillo a su derecha debe ser una novela gloriosa sobre los días del maíz en el maizal. Mientras divagaba en mis sueños con palabras, la mujer me devlvió a tu lado. Al principio nos sorprendimos, pero luego entendimos que siempre fuimos uno, incluso cuando estábamos separados. Lo entendí, siempre estuve a tu lado. Tu amistad era lo que me mantenía vivo en esta prisión de vidrio.

Vivimos juntos por un tiempo. Me contaste historias de cómo llegaste aquí. La historia de tu existencia me hizo respetarte aún más. Las latas a nuestro alrededor iban y venían, y así pasaban los días hasta que confesaste: “Pronto moriré”.

No quise creerte. Me hundí en una profunda tristeza. Tal fue el dolor que me causó esta revelación que perdí un año de vida útil.

Pasaron los días y esperamos como simples objetos, en lugar de almas vivientes. Un día apareció una alegre multitud ante de nosotros. Se informaron mutuamente sobre qué comprarían y se se desperdigaron. Tú contabas cuántos eran, porque yo soy una nulidad en matemáticas. Había ocho personas. Tú habías descubierto el día de tu muerte por tu habilidad con las matemáticas. Te pedí que calcularas la hora de mi muerte, pero me contestaste: “Ya estás en una jaula de vidrio, no quiero atraparte en una de números también”.

Mientras pensaba en esto, sucedió algo que cambiaría nuestras vidas para siempre. Alguien te agarró a ti y justo después a mí. Emprendimos un viaje entre las barras de acero del carrito de compras. Juntos dimos la vuelta al mundo. Vimos todos los productos, a todos los de nuestro universo. Leí todo lo que apareció ante mi vista en el camino. Entonces vinieron otras personas y tú advertiste el rakı dentro del carrito vecino. Ver el destello instantáneo en tus ojos fue invalorable. Estábamos muy cerca en la bolsa donde nos metieron… y cuando el carro se movió, nuestros cuerpos casi se mezclaron. La distancia entre nosotros casi desapareció por primera vez. Yo fui muy tímido… pero ese fue el mejor momento de mi vida.

Nos llevaron a una cocina azul y blanca. Nos colocaron en el mostrador cerca de la ventana. La gente cocinaba con entusiasmo. Tus ojos brillaron. Dijiste: “Creo que no voy a morir antes de vivir mi sueño”.

Comenzaste a observar cada centímetro de la casa. Alguien se te acercó al tiempo que cogía un cuchillo. Mientras yo te miraba con curiosidad y temor, tú te concentrabas haciendo una cartografía mental del jardín. De repente, el hombre te puso en una posición ligeramente horizontal, insertó la punta del cuchillo en la tapa y la alzó. Soltaste el aliento que habías estado conteniendo durante años y tu tapa se abrió. Algo se derrumbó y tu apariencia cambió.

“¿Cómo se siente?”, te presgunté.

“Se siente como nacer. Es exactamente un renacimiento”.

Te diste a luz a ti mismo. Entonces la misma mano, abrió mi tapa. Una cantidad infinita de luz me llenó, como si alguien hubiera arrancado el techo. La invisible carga de las preocupaciones y la lucha por persistir en mi esencia se desvanecieron. Yo estaba ahí.

Nos vertieron en una piscina gigantesca al mismo tiempo. Mezclarme contigo, ser uno fue lo mejor que he sentido. La forma en que llenaste todos mis vacíos y me rodeaste por todos lados … Estábamos listos para vivir. Éramos uno, éramos nosotros.

Luego otros se nos unieron. Pasamos un tiempo con nuestros amigos en la nevera. Y más tarde el viaje continuó. El jardín al que nos llevaron debe haber sido nuestro paraíso. Nosotros, juntos en un plato blanco, quedamos en un impoluto mantel blanco. Los otros fueron colocados a nuestro lado, uno por uno. Entonces la risa y las voces aumentaron. Vertieron un poco de agua dentro del vaso frente a nosotros. A través del cristal comenzamos a percibir los reflejos de las personas que se acercaban a la mesa. Luego, otro líquido se vertió sobre el agua y, de repente, nuestra clara visión de la mesa desapareció. Tan pronto como te diste cuenta de que el vaso estaba lleno de rakı, comenzaste a sudar. No puedo decir que fue fácil calmarte. Dije: “Si sudas, sabrás amargo y estás a un momento de alcanzar tu sueño de toda la vida. Por tanto, tienes que recuperarte y mantener el frío y la calma”.

En ese momento, un carrito lleno de papeles y libros se acercó a la mesa. Igual que nuestras almas, nuestros sueños también estaban unidos.

Todos levantaron sus copas. Uno por uno comenzaron a leer poemas. Recogían papeles de un tazón y leían. Alguien lo llamó Poemas Sorteados. Si me concedieran un solo deseo, pediría leer uno de esos papeles del cuenco. Las palabras que salían de sus labios eran únicas. Nada como lo que yo había leído antes, estas eran invalorables.

En un momento, cuando el tiempo se proclamó inútil, se escuchó a Zeki Müren y sentimos pasar una sombra sobre nosotros. “Estrellas en el cielo nocturno, vagando solas, estoy tan solo como ustedes, aquí en la faz de la tierra”.

Tú y yo, enganchados en la punta de un tenedor, nos elevamos hacia el cielo por un momento y ascendimos por una boca abierta y un cálido aliento… Cuando entramos, miré tu cara por última vez. Rodeado por el fuerte aroma del anís, lucía una cara orgullosa como si hubieras alcanzado tu propio paraíso. Con la gloria de existir, tu cara cambió. Tu esencia estaba viva. Estábamos vivos La boca se cerró y se transformó en una sonrisa.

1)Meze, o Mezze en el este del Mediterráneo, es una selección de aperitivos. Suele acompañarse con bebidas alcohólicas y principalmente con Rakı.

2) Rakı es una bebida tradicional en Turkía. Está hecha a base de uvas y endulzada con sabor a anís.

3) Zeki Müren es un cantante turco que influyó en toda una generación con su arte y personalidad. Fue y aun es un ídolo en Turquía

Traducido por Milagros Socorro

Bunları da Sevebilirsiniz

En çok yalnız kaldığımda zorlanırım Kalp odacıklarımın çalkantıları Beynimde gezen zehir zemberek Değil beni tüm dünyayı yönettiği iddiasıyla adeta Kurnaz ve yabancı atomların vızıltısı Zihnim gibi zellim saçak organlarımın homurtusu En çok o zaman duyulur Aynaya ne hacet Ben gözlerin öne bakıp arkayı gördüğüne inanırım.

Share

Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907’de Gümülcine’de doğdu. Yedi yaşına geldiğinde eğitim hayatı Füyûzâtı Osmâniye Mektebi’nde başladı. Zabit olan babası Ali Selahattin Bey’in tayininin Çanakkale’ye çıkmasıyla birlikte ailecek taşındılar. Eğitimine Edremit İptidaî Mektebi’nde devam etti. Okulu bitirip İstanbul’a dayısının yanına dönen Sabahattin Ali bir yıl dayısıyla yaşadıktan sonra 1922-1923 ders yılında Balıkesir Muallim Mektebi’ne kaydoldu. Şiir …

Share

Haber: ERKAN AKTUĞ 2006 RADİKAL “Bir şair tanınınca kolaylıkla oynamaya başlayabilir. Onda oyun yok. Öfkeli olduğu için öfkeli, hırçın olduğu için hırçın. Çünkü hep risk altında, hem şiirinde hem de yaşamında.” İSTANBUL – “Bir şair tanınınca kolaylıkla oynamaya başlayabilir. Onda oyun yok. Öfkeli olduğu için öfkeli, hırçın olduğu için hırçın. Çünkü hep risk altında, hem şiirinde …

Share
Önceki / Previous Ay Tenli Kız / Gırl With Moon Skın*
Sonraki / Next Salil Tripathi