…
Yok, öyle kirpiklerini titreterek değil!
Kızıl kabuklu yemişlerden tadarak
Acı otlar gibi bura bura büyüyen yabani yüreğini sarsarak,
Diyeceksin bağıra bağıra:
Özledim!
Bir kısrağı doğurtur gibi dört elle- çıplak,
Ovalarından ıslak iğneli ardıçlar toplayarak
Soyunacaksın şu kadarcık utançmış gurursuzlukmuş duymadan
Kalçandaki çile kadar soyunacaksın.
Dudaklarını kuruyorum vakitli vakitsiz şu sıralar
Gülhane parkında bir ceviz ağacının altında tatma düşünü…
Aylardan haziran olmasın hele öğle sonrası hiç!
Doğurmadığım oğlumu gömdüm ceviz ağacının altına Gezi Parkı’nda
Gözlerini benden almış, ekmeğin köşesi gibi üçgen
Diğeri de senden gülüşünü; şişinip sokulan kumrular gibi sıcak
Vurmayın öldüm, vurmayın öldüm, vurmayın öldüm!
Ve şu kadarcık utançmış gurursuzlukmuş duymadan…
Kulak kepçene kadar örteceksin kapılarını ama nasıl nasıl?
Diyeceksin bağıra bağıra:
Özledim!
…
…
No, not with quivering your eyelashes!
Like tasting crimson hulled nuts
Jolting your wildling heart,
Growing each day as couch-grass
You will say shouting out:
I miss it!
As if you’re giving birth to a mare
With four hands- all bare,
Gathering damp needled junipers from it’s plains,
You will undress without a hint of shame or servility
You will undress, naked to the freckle on your hips.
Nowadays I dream of your lips here and there untimely
The dream of tasting them under a walnut tree in Gülhane Park*…
Even worse if it’s June, especially in the afternoon!
I buried my unborn son under the walnut tree in Gezi Park**
He has my eyes, triangular, like the corner of a loaf bread
The other has your smile; warm, like puffed up doves, nestling each other
Don’t beat me I’m already dead, don’t beat me I’m already dead, don’t beat me I’m already dead!
And without a hint of shame or servility…
You will shut all your doors up to your earlobes, but how, how?
You will say shouting:
I miss it!
…
*Reference to Cem Karaca’s, (a well known and loved Anatolian Rock and Folk musician) song based on Nazım Hikmet’s poem “Ceviz Ağacı(Walnut Tree)”
**Gezi Park: The heart of nation-wide protests that took place in Turkey in 2013 over an illegal decision to demolish the park, one of Istanbul’s last remaining green spaces.
Translated with the author’s approval by Irmak Ertaş
…
Ne, ne s drhtavim trepavicama!
Kao da si okusio tamnocrvene oljušćene lješnjake
Trzajući svojim divljim srcem
Rastući svakog dana poput pirevine
Reći ćeš izvikujući:
Nedostaje mi!
Kao da porađaš kobilu
S gole četiri ruke
Skupljajući vlagu igličastih smreka s ravnica
Skidat ćeš se bez nagovještaja srama ili uslužnosti
Skidat ćeš se, gol do pjega na svojim bokovima.
Ovih dana, sanjam o tvojim usnama tu i tamo neprikladno
Sanjam da ih kušam pod drvom oraha u parku Gezi
Još više ako je lipanj, posebice poslijepodne!
Pokopala sam nerođenog sina u parku Gezi
Ima moje oči, trokutne, kao kut kruha
Drugi ima tvoj osmijeh; topao, kao napuhani golubovi, koji se gnijezde
Nemoj pucati mrtva sam, nemoj pucati mrtva sam, nemoj pucati mrtva sam!
Bez nagovještaja srama ili uslužnosti…
Zatvorit ćeš sva svoja vrata sve do ušnih resica, ali kako, kako?
Reći ćeš izvukujući:
Nedostaje mi!
…
*Park Gezi: Srce nacionalnih protesta koji su se odvili u Turskoj 2013., protiv ilegalne odluke o demoliranju parka, jedne od posljednjih zelenih površina u Istanbulu
Preveo Nina Bajsic