TÜRKÇE

I.

Gökyüzünün çalımlarına yıkılıyor sabah. Kapalı bir güne uyanıyor bakışlar. Başkasının uykusunu alamamış olanlar ayakkabısında bir lanet buluyor. Onu geçiriyor yürüdüğü yola. 

II.

Rivayetler yerlisi bir dil konuşuluyor dinin ufkunda. Fabrika doğurmuş toprakları örtmeye gidiyor sessizlik. Namus: varoştan var etmeye, şehirden var olmaya gürültü. Cehaletin oturmuş ağzı aralanıyor sabaha. Bir mütercim, haklı uykuya, “günaydınlar sana banknotların bekaret okunan döşeği” diye çeviriyor siren sesini.                                          
hoş demiş değil-?- .

III.

Ülkeler, göçlerden seçiliyor. Ülküler dirlik karşısında yaşıyor sekeratını. Güneş, cinsiyet bakıyor tepelerden. Toplumsal cinsiyet sokak köşelerinde yevmiye arıyor. Ama ne hak ediyor ne de verilen hakkı; ama kadın veya erkek kalınmıyor bulutlardan kapılmış naralarda
-Dünya’nın en alışkın elleri dürtüyor ekmeği, bu kadar. Yok olmaya hızlanan bunca ayak izi, kirleterek zamanı, evden çıkmışlığıyla şaşırtıyor günleri.
Misal perşembe.

II.

Diyorum belki de bu yüzden sokaklara yalnızca numara verilir. Bu sokakların birer ismi olamaz diyor motorlu taşıtlar vergisi. Otobüs durakları seçime giderse, belki, belki o zaman sokak numaralarının bir anlamı olur. Pusulalara kadar doğruyu gösteren yollar vardır (ve içinde yaşanılan manyetik devşirmeler neden sonra gözlerden ıraktır). 

I.

“Altı yüz kırk taksim bir” zamanları içinden kalkan o otobüs, kesintilere doğru gecikiyor. Ve geç kalkıyor sokak isimleri. Yılın herhangi bir kasımı burası. Bir soğuk yangınına yıkanıyor insan yüzü. “Ambulanslar neden acele eder, buldum!” diyor gençten biri. Güneş mezatlara verince kendini, mevsim fabrika düdüklerine aldanıyor.  Ama çarpık gençliğin güneşe inandığı, esrarındaki kavga:
Gökyüzü trafik ışıkları kadar kudretli
ve Namus, oldukça yabancı yeryüzüne.

ENGLISH

I.

The morning shatters by the strutting of the sky. Glances wake to a cloudy day. Those that couldn’t get another’s sleep, discover a curse in their shoes. And pull it over the roads they walk on.

II.

On the horizon of religion, a language native to rumors is spoken. Silence heads to conceal the factory birthing lands. Virtue: a rumble calls suburbs into being, for being in the city. Seated, the mouth of ignorance cracks against the early sun. An interpreter translates the siren sounds to righteous sleep as “Good morning to you the beds of banknotes blessed by virginity.”

– Nicely said, no-?-.

III.

Countries are chosen from migrations. Ideals live out their sekerat** against amity. The sun, scans sexualities from above. Societal gender seeks daily wages by street corners. Yet deserving neither the right or the right given; but amidst these clouds of loud cries one can’t stay men or women 

-The most accustomed pair of hands knead the bread, that’s it. All these footsteps hurrying to disappear, spattering time, amazes the days by having come out of the house.

Thursdays, for example.

II.

I think maybe that’s why streets are only given numbers. Motor vehicles tax tells me these streets can’t have specific names. Only if one day, bus stops run for elections, maybe only then, street numbers would hold some meaning. There are roads leading to truth up until until compasses (and for some reason the magnetic gatherings inside them are always out of sight)

I.

The bus that leaves from the times of “Six hundred and forty slash one” is rightly delayed to unforseen shortagesages. And street names wake up/are removed late. This is a random November of the year. Human faces get washed in a fire of frost. “Why do ambulances hurry, I know!” says a youngling. When the sun gives in to auctions, seasons are fooled by factory whistles. But the fighting in the twisted youth’s chest over a belief in the sun:

The sky is as mighty as stop lights

and Virtue, is as estranged as can be, to the face of the earth.

 

*Karabağlar is a district in İzmir-Turkey.

**Sekerat, originally Sekeratü’l Mevt, is referred to as the fainting phase of death in the Quran.

 

Translated with the author’s approval by Irmak Ertaş

 

DANSK

 

I.

Morgenen splintres af vandrende skyer. Blikke vågner til en overskyet dag. De, der ikke var i stand til at få en andens søvn, opdager en forbandelse i deres sko. Og bruger den på de veje de betræder.

II.

På religionens horisont tales et sprog, der er hører rygter til. Stilheden skjuler hurtigt de lande, der føder fabrikker. Dyd: larm kalder forstæder til live, for at indtage byen. Fra sin plads sprækker uvidenhedens mund mod den tidlige sol. En tolk oversætter sirenernes lyde til retfærdig søvn som: ”Godmorgen til dig, senge af pengesedler velsignet med jomfruelighed.”
– Sagt på en pæn måde, nej -? -.

III.

Lande vælges blandt indvandring. Idealer lever i lyset af deres sekerat ** mod venlighed. Oppefra genkender solen kønsdrifterne. Samfundsskabte køn søger den daglige løn på gadehjørner. Dog, ret kan hverken fortjenes eller gives; men midt mellem disse skyer af høje råb kan man hverken forblive mænd eller kvinder.
– De mest erfarne hænder brækker brødet, sådan er det. Alle disse fodtrin, der skynder sig at forsvinde, forurener tiden, forbløffer dagene ved at være ude af huset.
Torsdage, for eksempel.

II.

Jeg tror måske, at det er grunden til at gader har numre. Skatten på biler fortæller mig, at disse gader ikke kan have særlige navne. Kun, hvis en skønne dag busstoppesteder kan opstille til valg, måske kun da vil gadenumre få en form for mening. Der er veje, der viser den sand vej helt op til kompasserne (og af en eller anden grund er den magnetiske samling inden i dem altid udenfor rækkevidde).

I.

Den bus der afgår fra tiden ”sekshundredefyrre skråstreg et” er med rette forsinket på grund af uforudset mangler. Og gadenavne vågner/fjernes sent. Dette er en tilfældig november i året. Menneskeansigter vaskes i en ild af frost. ”Hvorfor skynder ambulancerne sig, jeg ved det!” siger et barn. Når solen holder udsalg narres årstiderne af fabrikkernes fløjter. Men kampen i brystet på en forskruet ungdom over troen på solen:

Himlen er lige så kraftig som trafiklys

og Dyd, er så fremmed for jorden som overhoved muligt.

 

* Karabağlar er et distrikt i Izmir, Tyrkiet

**Sekerat, oprindelig Sekeratü’l Mevt, refereres til i Koranen som den bevidstløse fase af døden.

Bunları da Sevebilirsiniz

İşte ordaydı. Gelmişti. Pırıltı avizenin altında durmuş onu arıyordu gözleri. Masadan kalkıp kadına doğru yürümeye başladı. Yaklaştıkça güzelleşti. Güzelleştikçe daha çok sevdi. Sarı saçlarını okşamayı hayal etti.   ***   Gözleri masalarda dolaştı. İnce yüzünü görmeye çalıştı adamın. Geç kalmıştı belki de. Beklememiştir gitmiştir dedi içinden. Geç kalmak istememişti aslında. Birini geldiğini gördü salonun ortasından …

Share

Gerçekten de, okurlar meraklıdırlar. Haksız da sayılmazlar. Ben, masa başından çok, fazlaca gezer dolaşırım. Yani iş, masa başına geçip yazmaya kaldığı zaman, mesele çoktan hallolmuştur. Gezer dolaşırım. Gezip dolaşırken kafam boyuna çalışır. Ya, yıllarca önce beni şiddetle ilgilendirmiş bir konuyu düşünmekteyimdir, ya da hemen o gün kafama bir şey takılmıştır. Ama daha çok, yıllarca önce …

Share

Matrix filmlerinin yazılarından esinlendiği ünlü Fransız filozof Boudrillard’ın Kusursuz Cinayet eserinden unutulmaz bir alıntı   Hazır buradayken Twitter’da Etre Poit Soit’nın bir başka Jean Baudrillard alıntısı Kötülüğün Şeffaflığı’na da yer veriyoruz, iştahınızı perçinlemesi ümidiyle:

Share
Önceki / Previous Kobe Bryant - Sevgili Basketbol / Dear Basketball (Video)
Sonraki / Next İlkyaz Aralık Yazılarıyla Yayında!