Sonsuz mermerler odası soğukluğunda artık
Bir ben, bir de tüm haşmetiyle
Vakti katılaşmış o melek kaldı.
Damalı zeminlerde yuvarlanır,
Bir beyaz, bir siyah olurdum.
Gülerdik beyaz olduğumda,
Orkide kokuları sandala karışır,
Sonra bir de mest olurdum neşeden.
Siyah olmak zor değildi,
Ya da kötü,
Hüzün yağmurları çiselerdi yalnız tavandan,
Tablolar kaçışır, balkona sığınırdı.
Öylece griye dönmeyi beklerdim.
Aslen grilerdendim zaten,
Biraz solukça, silikçe.
Tavanlar zümrüttü, duvarlar altın
Melek hep beyazdı
Her an gitmeye hazır, kanatları açık.
Öylece beklerdi.
Hiç iyi bir ev sahibi değildim.
Ama bir o kaldı.
“Kime göre'”ydi belki biraz da-
Evham ağlamalarım,
Katran olur beklerdi bir köşede.
Kadifeden perdelerle vals yapar,
Kırık kalbimle avutmacalar oynardım.
Hep kazanırdım.
Sonsuz Avutmacalar Manifestosu!
Bilirdim.
İyiydim.
Sosyal tilkilerim yargılardı beni;
Kehribar gözleri, hançer dişleriyle.
Ne vardı yani?
İnsan böyle büyümüyor muydu?
Kalp böyle böyle katılaşıyor,
Sinirler çelikleşiyor,
‘Yetişkin’ olmuyor muyduk?
Hiç gelemezdim bunlara.
Yerine:
Üç maymun ve ben salıncak sallanırdık,
Kafam kumdan mezarlarda,
Kendi dünyamda…
Hepsi tek bir şey içindi en nihayetinde-
Boş.
Bir zamanlardı,
Eşiği geçtiler, geriye hiç bakmadan,
Hepsi, her biri.
Ben cam kırıklarıyla bakışır,
Hayaller kurarken.
Bir okyanus,
Bir gölet olmak isterken…
Dalgalanır, durulurken…
Kalıvermişiz.
Melek. Ben.
O ki hiç solmadı,
Hiç yorulmadı beklemekten.
Soğuk bakışlarından,
Üşürüm diye gidemezdim yanına.
Sınırlar benim işimdi.
Sarı çizginin ötesine hiç geçememiştim.
Ne derdi ki, hiç bilmezdim.
Ayıplar mıydı acaba?
Yoksa-
Hangi zaman dilimi?
-di?
Hâlâ… Hâlâ!