Ablam her sabah dikiş kursuna giderken ardında bir parfüm dumanı bırakıyor. Evdeki herkesin alarmı bu duman. Herkes evi sarıp sarmalayan o dumandan yükselen kokuya uyanıyor, söyleniyor. Dedem sabah namazına uyanıp kıldığını unutuyor, tekrar abdestini alıp namaza duruyor. ‘Hay senin parfümü…’ ‘Faruuuk. Oğlum!’ diyor annem. Abi elini sinirler havada sallıyor. Benim erken uyandığımdan rahatsız oluyor annem, hemen sarılıp kucaklıyor, sonra yatak. Abim ranzanın üstünde ben altında yatıyorum. Annem beni eğilip yatağa bırakırken her seferinde tahtaya başını vuruyor. Her seferinde de bir suçluluk hissediyorum. Yattığım yerden karşımdaki manzaraya, mutfağa doğru bakıp, annemi izleyerek tekrar uykuya dalıyorum. Her seferinde annemin mutfaktaki halini izledikçe aklıma kurşun askerlerle oynadığım oyun geliyor. Evdeki herkes kurşun asker mesela. Annem de en büyük komutan. Mutfak da onun kalesi. Öyle çabalıyor çünkü. Çok ciddi oluyor mutfağa girdiğinde. Kalesini düşmanlar ele geçirmesin diye var gücüyle savaşıyor, yorulmak bilmeden.. Askerlerrrrrr! İleriiiii! Saldırınnnn! Babam? Babam uzak bir cepheye göreve gitmiş mesela, öyle düşünüyorum. Hem savaş tek bir cephede sürüp gitmez sonuçta.‘Leyla, babam döndüğünde bize ne getirir sence?’Benim babam senin babanı döver tartışması çıktığında, sessizce kenara geçiyorum. Sesimi çıkaramıyorum. Herkesin babası birbirini dövüyor. Bazısı kazanıyor, bazısı kaybediyor. Kazananın omzuna herkes dokunup tebrik ediyor. Babam kimsenin babasını dövemiyor. Uzaklardan bir türlü dönmüyor. Uzak ne kadar uzakta?’
‘Anne, babam Faruk’a oyuncak tır getirsin, bana da dikiş makinası, olur mu?’
Yaz geliyor. abimle her akşam evin damında yatıyoruz. Abimin elleri kocaman, cepleri de. Bu yüzden annemin kalesinden gizlice o aşırıyor fıstıkları. İki cep dolusu fıstıkla dama çıkıyoruz. O simsiyah taştan merdivenleri tırmanırken her gece arkada kalıyorum. Karanlıktan korkuyorum, ama belli etmiyorum. Delikanlılar korkmazmış, abime güveniyorum. Hava kararmaya yüz tutmuşken gökyüzünde kalan bulutlarla oyun oynuyoruz. Oyunumuzun adı Bulutun Söyledikleri. Abim hemen söz alıyor. Parmağı gökte. ‘Bak şuradaki iki tane yan yana bulut var, gördün mü? Epey büyükler, bak şuralarına, köpek kafası gibi. Aşağı mahalledeki iki köpek işte onlar’ diyor. Ağzına birkaç fıstık atıyor. ‘Peki ya onların önündeki küçük bulut parçası ne?’ diyorum. ‘O da…’ diyor, uzatıyor da’yı. ‘O da sensin.’ Üzülüyorum, korkuyorum biraz da, ama belli etmemeye çalışıyorum. Delikanlılar korkm… ‘Peki, o küçük bulutun arkasındaki dev gibi bulutu görüyorsun dimi?’. ‘Evet, n’olmuş’ diyor abim. ‘N’olmuş ona?’ ‘İşte o bulut da babam. Beni kurtarmaya gelmiş köpeklerden.’ Abim susuyor. Yüzü değişiyor birden. Buz. Uzanıyor yatağa hemen. Sırtını dönüyor ‘Hadi bakalım Bilal. Yat uyu.’
‘Alo, baba? Evet, biz de seni çok özledik. Faruk konuşmak istemiyor ama…’
Beyaz kâğıda boydan boya anca sığan kırmızı bir tır çizip anneme götürüyorum. Gülüyor. ‘Babam gelince ona gösterelim bunu’ diyorum. ‘Faruk abin ve Leyla ablan birazdan gelir’ diyor. ‘Onlara yemek hazırlayacağım, hadi sen dedenin yanına geç bakalım’. Elimdeki resimle salona gidiyorum. Dedem elinde tespihi ile beni karşılıyor, kucağına oturuyorum, tespih çekmeyi bitirdikten sonra dua edip ellerini yüzüme sürüyor. ‘Hadi sen de dua et’. ‘Allah’ım’ diyorum, ‘Dedem sana dua etmeyi öğretti. Ancak sen yardım edebilirmişsin bize. Tek bir isteğim var. Babam bir an önce dönsün. Şimdilik bu kadar, amin’ Dedem gülüyor. ‘Bir dahaki sefere içinden et duayı.’. ‘Allah’ım, dedem duayı içinden et diyor, sen duyabilir misin peki beni?’. Dedem gülmeye devam ederken yanağıma bir öpücük kondurup ‘Hacer!’ Diyor salonun kapısına doğru bakarak. Annemin sesi duyuluyor. ‘Efendim baba?’. ‘Oğlan yemek yedi mi?’. ’Hazırlıyorum baba, Faruk geldiğinde hep beraber yeriz.’. ‘İyi madem, Leyla nerede?’. ‘Daha gelmedi kurstan, gelir o da birazdan,’ Dedem etrafına arayan gözlerle bakıp ‘Semra nerede kaldı, hâlâ tarladaki işi bitiremedi mi?’ diyor. Mutfaktan çatal kaşık sesleri…
‘Anne, ben piç miyim? Hayır oğlum, olur mu öyle şey, kim dedi bunu sana?’
Sabah yastığımın altında tırın resmini bulamayınca telaşlandım. Abime sorduğumda cevap vermedi. ‘Hay tırın batsın!’ deyip odasının kapısını suratıma kapattı ablam. Dudaklarım titriyor. Boğazım acıyor. Mutfakta, buzdolabının üzerinde mıknatısla tutturulmuş büyük kâğıt parçasını görünce koşturuyorum. Annem yapıştırmış dolabın üzerine. Arkamdan gelip kucaklıyor, karnımı gıdıklayıp güldürüyor beni. Annemin kalesinde duran resmi, bayrak gibi düşünüyorum. Kalenin bayrağı…
‘Leyla bak, babamın tırını yaptım, tekerlek de lazım, düğme var mı? Kartondan tır olur mu hiç akıllım. Yolda giderken yağmur yağarsa ne olacak, su değdiği anda pufff!’
Ablam oje sürmeye bayılıyor. Ben de yanına gidip o kokuyu dakikalarca içime çekmeye… Annemin yüksek sesi duyuluyor. Ablam oje sürdüğü fırçasını şişeye doğru sokup bana bakıyor. ‘Hadi git annemin yanına, git bak çok sevdiğin babanla konuşuyor.’ Heyecanla annemin yanına doğru koşuyorum. Daha kapıya dokunmadan bir bağırma… ‘Allah belanı versin senin. Allah belanı versin!’ Yatağıma yatıp suratımı yastığa gömüyorum. Delikanlılar ağlamaz. Abime nasıl söyleyeceğim bilmiyorum.
‘Faruk bak, resim çizdim. Bu sen, bu annem, bu ben, şu ileride, kollarını bize doğru uzatan da babam.’
Raziye teyze beline dayadığı bir leğen hamur ile soluğu bizim evde alıyor. Annemle hemen dama çıkıyorlar. Sacın altını yakıp bir yandan da oklavalarla hamura girişiyorlar. Annem ‘uslu dur’ diyor. Ufak bir parça hamur koparıp oynuyorum. Hedefim büyük bir tır yapmak. Ama olmuyor. Biraz daha hamur almak için elimi kovaya daldırırken irkiliyorum, ‘Bilal! Ne dedim ben sana?’ Babamı getirmek için daha fazla hamura ihtiyacım var, çok sıkılıyorum. Raziye teyze oklavayla bir ileri bir geri giderken ‘Hacer, Osman ne zaman dönüyor Bulgaristan’dan’ diyor. Annem önündeki hamurdan kafasını kaldırmıyor. ‘Bilmiyorum abla, oradan yeni mal yüklemiş, Almanya’ya gidiyor şimdi. Bulgaristan-Almanya arasında daha dört beş konteynır mal götürecekmiş. Gelmez birkaç ay daha’. Birkaç ay daha bekleyemem, bir parça daha hamur almam lazım. ‘Bilal! Oklavayı kafana yemek mi istiyorsun?’
‘Leyla, ben piçmişim biliyor musun?’
‘Yine o mu aradı diyor’ abim, ‘yine o mu aradı?’ Annem eli alnında çekyata uzanmış, başında da sıkı sıkı sarılmış bir yazma. İki elini de yumruk yapıyor abim, sıkıyor da sıkıyor. Dişlerini yumruğuna batırıyor. Ablam köşede oturmuş tırnaklarına bakıyor, üflüyor. Sakızını şişiriyor. Annem alnını ovalıyor eliyle. ‘Çok kötüyüm Faruk’ diyor. ‘Çok kötüyüm ben.’. Dedem anneme doğru bir şeyler söylüyor, dudakları kıpırdıyor sadece. ‘Bir daha ararsa ben konuşacağım, ben konuşacağım anne.’ Dedem annemin yüzüne üflüyor. Pat! Ablamın sakızı patlıyor. Dedem bastonuna dayanıyor. ‘Ben gidiyorum’ diyor. ‘Gideyim de Semra’ya yardım edeyim. Tarladaki işleri bitiremedi galiba.’. ‘Ayyyyy! Başımmm!’ diyor annem, kampanya diyor televizyondaki kadın. Koşu bandı sadece iki yüz lira. ‘Görür bak o’ diyor abim. ‘Hele bir daha arasın da, görür bak o.’. Pat! Ablam yorulmuyor.
‘Allah belanı versin senin Osman, Allah belanı versin!’
Önümdeki karton parçalarına bakıyor abim. Elime yapıştırıcı bulaştı, kurudu, üstüm başım yapışkan içinde. ‘Anneme söylemesen olur mu?’. ‘Olur olur, olsun bakalım.’ Yanıma oturup başıma bir öpücük konduruyor. ‘Ne yapıyorsun bakalım, tahmin ettiğim şey mi yoksa?’. ‘Babamı geri getirmem lazım, çok özledim abi.’ Susuyor, sarılınca saçımın dibinde bir serinlik hissediyorum. ‘Hadi bakalım, beraber yapalım madem’ diyor. ‘Beraber yapalım da babamız gelsin bir an önce.’ Abim hızla odadan çıkıp, aynı hızla geri geliyor, elinde büyük bir karton kutu var. Kartonun üzerinde çizgiler belirliyoruz, kurşun kalemi kalemtıraş ile açma görevi benim. Abim çizip kesiyor. Tırın kasasını yapıyoruz önce, kartonları birleştirip yapıştırıyoruz. İyice yapışsın diye üzerine birkaç kitap koyuyor abim. Sıra tırın geri kalan kısmını, kafa kısmını yapmaya geliyor. Abim bu kısımda epey zorlanıyor. Birkaç parça karton çöpe gidiyor. En sonunda yapıştırıp bitirdiğinde ise yavaşça kasasının üzerindeki kitapları alıyor, kafa kısmının üzerine koyuyor, elimizde sırayla tırın kasasını çevirip inceliyoruz. ‘Ama bu tır tekerlek olmadan nasıl gidecek?’ Hızla çıkıyor odadan. Bir an önce tekerlekleri takmamız lazım, yoksa babam gelemeyecek. Abim aynı hızla odaya giriyor, avucundaki düğmeleri yere bırakıyor. ‘Leyla ablana çaktırma sakın’ diyor, gülüyor. ‘Zaten akşama kadar iplerin düğmelerin içinde, bir şey fark etmez de, olsun sen yine de çaktırma.’ Başımı sallıyorum. Kitaplıktaki kalemlikten üç tane kurşun kalem alıp, bıçakla uçlarını iyice sivriltiyor abim. Ardından iki tanesini tırın kasasının altına yapıştırıyor. Uçlarına da getirdiği düğmelerin ortalarındaki ip geçirilen yerleri makasın ucuyla deldikten sonra takıyor sırayla. Tırın kafa kısmının üzerinden kitapları alıp onun altına da kalan tek kalemi aynı işlemlerden geçirip yapıştırıyor ve düğmeleri takıyor. ‘Son bir işlemimiz kaldı’ deyip, kasa ile tırın kafa kısmını yapıştırıp bir kenara koyuyor. Gözlerimi tırın üzerinden alamıyorum. Abim omzumu okşayıp, ‘Tamam mı’ diyor. ‘Oldu mu?’ Elim ayağım titriyor. Heyecandan dokunmaya bile çekiniyorum. ‘Ama, ama sen nerden öğrendin böyle tır yapmasını?’ dediğimde, susuyor, yüzündeki gülümseme kayboluyor bir anda. Buz. ‘Boş ver, boş ver sen, abiler her şeyi bilir.’
‘Size Küçük Kara Balığın öyküsünü anlatayım mı? Anlat anne. Evet anlat anne’
‘Alışmış kudurmuştan beterdir diyor’ ablam. Annem bir şey demiyor. Balkondan uzaklara doğru bakıyor. ‘Yıllar önce de aynısını yapmadı mı bu adam?’ Odama koşuyorum. Tırımı ranzanın altından çıkarıp boya kalemlerimi önüme diziyorum. Kasasını kırmızıya, kafa kısmını da beyaza boyamaya başlıyorum. Babam uzaklardan bir an önce dönmeli, artık dayanamıyorum. Dedemin akşam eve geç gelmesi annemi korkutuyor. ‘Baba neredesin ya, Allah aşkına saat kaç oldu.’. ‘Ne bileyim kızım, yatsı namazını camide kılayım dedim. Namazdan sonra aklıma geldi. Annen tarladaki işlerle uğraşıyordu. Onu da alıp öyle eve geleyim dedim. Ama yolları şaşırdım galiba. Tarlayı bir türlü bulamadım.’. ‘Of baba, offf, geç, geç şöyle, Ben çorba ısıtayım sana.’ Dedem yavaşça çekyata oturup bastonun tepesini avucunda gezdiriyor. ‘Leyla’ diyor, ‘Leyla, anneannen hiç uğramadı mı bugün?’ Ablam ofluyor, durmadan ofluyor. ‘Öldü dede, öldü, anneannem öldü, sok artık şunu kafana’ diye bağırıp odasına gidiyor. Dedem bastonunu halının üzerinde tıklatıyor, ‘Allah Allah… Allah Allah… Bu saate kadar işi bitirmiş olması lazımdı.’
‘Alo baba, Faruk tırı kapının önünde yaktı. Annem çok kızdı ama aldırmadı. Evet, evet bende seni çok özledim.’
‘Bugün aradı.’ diyor annem. Abim telaşla, ‘Bana neden haber vermedin?’ diyor. ‘Neden bana haber vermedin anne?’. ‘Dur allasen Faruk. Bak başım ağrıyor zaten, kaldırmıyor sesi gürültüyü.’. ‘Eee ne dedi?’ diyor ablam. ‘İki üç gün içinde eve uğrayacağım dedi, kapattı.’. ‘Nasıl yani?’. ‘Ne nasıl yani Faruk?’. ‘Eve mi uğrayacak, bu kadar mı?’. ‘Evet, bu kadar, iki üç gün içinde eve uğrayacağım dedi kapattı.’. ‘Bir şeyi unutmuştur herhâlde…’ ‘Leylaaaaa!’. ‘Aman anne, ne Leylası ya. Ne o öyle sanki bir şeyi unutmuş gibi eve uğramak filan. Haksız mıyım?’. ‘Yoğurt yok mu daha?’. ‘Leyla kalk da dedene yoğurt koy bir tabak.’. ‘Off dede!’. ‘N’oldu Faruk, neden öyle bakıyorsun?’. ‘Hiiç, merak ettim, neden uğrayacakmış, onu düşünüyordum. Ben ustadan izin alayım, birkaç gün gitmeyeyim atölyeye. Evde durayım, ne zaman geleceği belli olmaz.’. ‘Sen bilirsin… Bilal! Bilal nereye? Yemeğini bitirmedin daha.’ Tırın boyanmamış yerlerini bitirmem lazım. Babam gelmeden bitirmem lazım.
‘Faruk? Efendim Leyla? Küçük Kara Balığın babası yok mu? Bilmiyorum Leyla, bilmiyorum, bilmiyorum!’’
“Dad, you will come back, right?”
“Fuck off!”, a voice in the crowd cries. “Fuck off!” I leave. I am covered in dust, my mom gets upset about this. “What happened to you?” I don’t tell her. That’s how young men are supposed to be like. You have to keep things to yourself. My brother taught me that. At night, I tell my brother about what those kids did. After each sentence he says, “So…”, “So, what did you do to them?” I can’t tell him I did nothing back. “I kicked one on the back, bit one’s ear off and pondered one of them…” My brother says, “Well done.” He caresses my hair with one hand and writes a text with his other hand, with a grin on his face. We hear our mother from the kitchen, as usual. “So what now? I am your servant is that it? Right? Right Leyla?” My sister keeps silent. The light in her room is on. A slight movement can be seen behind the frosted glass, it seems like she is dancing again. “You shouldn’t take curses from your mother. You will have kids too and I’ll see what you’ll do then…” Clinging of pots and saucepans are heard from the kitchen. I slide with my socks through the corridor. I imagine everywhere around me was under snow. It snowed heavy and I am sliding down the mountain. My dad is right behind me, holding me tightly. I am not afraid. My grandfather is about to perform prayer. My mother comes by the living room door, holding her dishwashing foam covered hands in a praying like pose. “Dad, Imam hasn’t called to prayer yet!” Grandfather salutes his left and right with his head and says, “repent! “I dont know where my mind is. Dear God, forgive me!” Dear God forgives my grandfather. Grandfather gets up and lays on the sofa.
“Of course I will come back boy.”
Every morning my sister leaves a perfume cloud behind her as he leaves for the sewing course. Everyone in the house uses this as an alarm. We all wake up to this perfume, surrounding the house and complain about it. Grandfather forgets that he already performed his dawn prayer and ends up performing his ablution once again and stands for prayer. “That bloody perfume…” My mother calls, “Faruuuk. Son!” My brother waves his hand in the air with anger. Mom is not happy that I am awake this early. She picks me up and carries me straight to bed. My brother sleeps on the top bunk and I on the bottom. As mom leans forward to put me to bed, she always hits her head on the bunk as she straightens. I feel guilty each time that happens. Laying still in bed, I watch mom in the kitchen and fall back to sleep.
Anytime I watch mom in the kitchen, I think of this game I used to play with my tin soldiers. Everyone in the house is a tin soldier. Mom is the commander in chief. Kitchen is her fort. Because that’s how hard she tries. She is extremely serious in the kitchen. She tries very hard to protect the kitchen from enemies and gives an honest fight. Soldieeeeers! Attaaaaack!
My father? I think of my father as if he went to fight in a far away front, that’s how I imagine him. War has many fronts.
“Leyla, what do you think father will bring to us when he comes back?”
As the, my father beats your father, argument strikes, I silently stand aside. I can’t say a word. Everyone’s father beats the other father. Some win, some lose. Everyone pats the winners shoulder and congratulates them. My father can not beat anyone’s father. He never returns from afar. How far is afar?
“Mom, can dad bring a sewing machine for me and a trailer truck toy for Faruk?”
Summer is coming. We sleep on the housetop with my brother every night. My brother’s hands are gigantic, as well as his pockets. That’s why he is the one to sneak out nuts from mother’s fort. We get to the housetop with two pockets full of nuts. As we climb up the black marble stairs each night, I am left behind. I am afraid of the dark, but I don’t show my fear. Real men aren’t afraid, I trust my brother. As the sun sets, we play with the last set of clouds in the sky. Our game is called, What the cloud has to say? My brother gives a start. His hand pointed to the sky. “Look there are two clouds side by side, did you see? They are quite big, look at the side it’s like a dog’s head. These are the dogs of the neighbour street.”He eats a couple of nuts. “What about the little cloud in front of them?” I ask. “That is,” he says reverbing the “is”, “That is you.” I get upset. I also get scared but I try not to show. Real men don’t get sca… “So, can you see the huge cloud right behind the little one?” My brother says, “Yes so what?” He adds, “So, what about it?” I answer, “That cloud is dad. He came to rescue me from the dogs.” My brother gets silent. His face changes drastically. Ice cold. He lays on the bed. Turns his back to me. “Come on now Bilal, it’s time to sleep,” he says.
“Hello, dad? Yes we missed you too. But Faruk doesn’t want to speak…”
I draw a huge, red trailer truck on a paper and give it to mom. She laughs. I say, “Let’s show this to dad when he arrives.” She says, “Faruk and Leyla will arrive soon.” “I should get the dinner ready. You go and sit beside grandpa now.” I go to the living room still holding the drawing in my hand. My grandfather greets me with prayer beads in his hand. I sit on his lap. After he is done counting beads, he prays and covers my face with his hands. “Come on pray with me,” I say “God.” “My grandpa taught me to pray to you. He said only you could help us. I only ask for one thing. For my father to return soon. That’s it for now, amen.” Grandpa laughs. “Next time, pray from within.” I add, “Dear God, grandpa tells me to pray from within, are you sure you can hear me from within?” Grandpa keeps laughing and gives me a kiss from the cheek. “Hacer!” he yells, looking towards the living room door. We hear mom’s voice, “Yes, father?” “Did the boy eat his dinner?” “I’m preparing it father. We can eat all together when Faruk arrives.” “All right but where is Leyla?” “She is still at the course, she will be here soon.” Grandpa looked around, seeking for something. “Where is Semra? Couldn’t she finish the job on the field?” Sounds of cutlery fill the living room…
“Mom, am I a bastard? No, son of course not, who told you that?”
I freaked out when I couldn’t find my truck drawing under my pillow in the morning. When I asked my brother, he didn’t say anything. “What’s the deal with this stupid truck?!” yelled my sister and shut the door to my face. My lips are trembling. My throat aches. When I see the piece of paper attached on the refrigerator with a magnet, I rush to the kitchen. Mom attached it there. She comes from behind and hugs me. She tickles my tummy and makes me laugh. I think of the drawing on the refrigerator of mother’s fort as a flag. The fort’s flag…
“Leyla look, I made dad’s trailer truck, it needs wheels, do you have any buttons? Did you ever see a cardboard truck? What if it rains along the road? As soon as the water touches the cardboard… pof!”
My sister loves to put nailpolish on her nails. And I love the smell of it… Mom’s loud voice is heard. My sister dips the nailpolish brush back in the bottle and looks at me. “Go see mom. Look she is talking to you beloved father.” I run towards mom in excitement. Before I even touch the door to open, mom yells… “God damn you! God damn!” I lay on my bed and push my face way inside the pillow. Real men don’t cry. How will I tell this to my brother?
“Faruk look, I draw something. This is you, this is mom, this is me and the one who is reaching his hands towards us is dad”
Aunt Raziye comes by with a bucket full of dough. They go on the housetop with mom. They light the iron plate and start opening the balls of dough with the rolling pin. Mom says, “Be good.” I rip a piece of dough and start playing with it. My plan is to model a huge container truck. But I fail. As I lean towards the bucket to pick some more dough, I get startled, “Bilal! What did I tell you?” I need more dough to bring dad back, I get very bored. As Aunt Raziye leans back and forth with the rolling pin, she asks, “Hacer, when will Osman come back from Bulgaria?”Mom doesn’t raise her head from the work. “I don’t know. He got new loads from there and now is headed towards Germany. He is to carry four or five containers between Bulgaria and Germany. He isn’t coming back for a couple of months.” I can’t wait for months, I have to get more dough from the bucket. “Bilal! Do you want a piece of this rolling pin on your head!”
“Leyla, I am a bastard, do you know?”
“Did he call again?” asks my brother, “Did he call?” Mom is laying on the sofa with one hand on her forehead, a headscarf is tightly tied around her head. My brother clenches his fists, tighter and tighter. He jabs his teeth to his fist. My sister is sitting in the corner, blowing gently on her nails. She blows a bubble-gum. Mom robs her forehead with her hand. “I don’t feel good Faruk,” she says. Grandpa is telling mom something, his lips are moving. “Mom, I will talk to him if he calls again.” Grandpa blows gently on mom’s face.* “I am going,” he says. “I should go and help Semra. It seems like she has more to do on the field.” “Aaaaah, my head!” New campaign is here, says the woman on TV. Treadmills are now only 200 liras. “He will see,” says my brother. “The next time he calls, he will see what happens.” Pop! My sister is tirelessly chewing.
“Goddamn you Osman, Goddamn you!”
My brother is looking at the pieces of cardboard in front of me. My hand is covered in dried glue. “Please don’t tell mom.” “All right, whatever.” He sits beside me and kisses me on the head. “What are you doing? Is it what I think it is?” “I have to bring our dad back, I miss him brother.” He keeps silent, when he hugs me, I feel a breeze float down my hair. “Come on lets build this together then, so our father can come back,” he says. He gets out of the room and comes with a cardboard box in his hand. We mark lines on the cardboard. It’s my duty to sharpen the pencils. My brother is cutting and pasting. First, we do the body of the truck. We attached rectangles to each other. He puts some books on top of the parts we glued so they can attach better. For the rest of the truck, things get harder. He struggles doing the front part of the truck. Some pieces of cardboard go to the bin. And when he is done, he puts book on top of the glues parts. After a while, we look at the result together. “But how will this truck move without tires?” He rushes out of the room. We have to attach the tires very quickly, or we will lose our father. He comes in the room and drops the buttons on the floor. “Don’t tell your sister about this,” he grins. “She wouldn’t notice anyway but still, don’t tell her.” I nod. He picks up three pencils from the shelf and sharpens their tip carefully. He then pastes two of them under the trucks body part. Then he ties the buttons with a string on the pencil. He does the same thing with the last pencil to the front part of the truck. “We have only one thing left to do,” he says.He attached the front part of the truck to the body and put the truck aside. I can’t take my eyes off of the truck. He caresses my shoulder, “Ok? Are we done now?” I am trembling. I can’t dare touching it, Im full of excitement. “But where did you learn to do this?” He doesn’t say anything. The smile on his face disappears. Ice cold. “Nevermind, don’t think about these, brothers know everything.”
“Do you want me to tell you a tale called Little Black Fish? Yes mother. Yes, tell us.”
“The one who got used to is worse than the one who is wandering around,” says my sister. Mom says nothing. She looks out the balcony. “Didn’t he do the exact same thing years ago?” I run to my room. I take out the truck from under the bunk bed and place my color pencils in front of it. I color the body red and the front part white. He needs to come back, I can’t take it anymore. Mom gets worried when Grandpa comes home late at night. “Where were you father? Don’t you know what time it is?” “I lost track of time honey. I thought I could perform the afternoon prayer at the mosque. After that, I remembered that your mother was at the fields. I thought I could come home with her. But I guess I lost the road. I couldn’t find the field.” “Ahh father, some sit, I’ll bring some soup.” Grandpa slowly sat on the sofa and started playing with the handle of his walking stick. “Leyla,” he said, “haven’t your grandma come by today?” My sister grunts, she always grunts. “She is dead grandpa, she died, dead. You should know that by now.” she yells and goes to her room. Grandpa pounds the floor once with his walking stick. “Oh my, oh my, She should have finished working at the field by now.”
“Hello dad, Faruk burnt the truck on the front door. Mom was mad but didn’t say anything. Yes, yes I miss you too.”
Mom says, “He called today.” My brother excitedly said, “Why didn’t you tell me?” “Why didn’t you tell me mother?” “Give me a break Faruk. I have a terrible headache, I can’t take this…” “So what did he say?” asked my sister. “He said he will come by in two days and hung up.” “How so?” “What how so Faruk?” “So he is only dropping by, is that it?” “Yes, that’s it. Thats what he said.” “He probably forgot something.” “Leylaaaaaaa!” “What Leylaaaa mother. What now, what is dropping by exactly, if he hasn’t forgotten something… Am I right?” “Is there any yoghurt left?” “Leyla, go put some yoghurt for your grandfather.” “Ahhh, Grandpa!” “What? Why are you looking at me like that Faruk?” “Nothing. I was just curious why he has to drop by. I’ll ask for a couple of days off from my master. I won’t go to the atelier for some time. So I can stay home. We never know when he is actually coming.” “It’s your call… Bilal! Bilal where are you going? You haven’T finished your meal yet.” “I have to color the parts I haven’t colored on the truck. It has to be done before dad comes by.”
“Faruk? Yes Leyla? Doesn’t the little black fish have a father? I don’t know Leyla, I don’t know, I don’t know!”
*This is usually done to the person who is being prayed to by the person who is praying