Uzaklardan yorgancının sesi duyuldu
Cevat’ın yapacak çok işi var
Mahallenin tüm sokaklarını boyayacak
En koyu siyahı bulmak için – iki saat-
Başını ellerinin arasında gezdiriyor
Saçlarını döşemelerin arasında
Büsbütün çılgın bakışlıydı ama
İsabetsizce bakardı yarınlara
Yarınlar, her akşam ceplerine rakıyı koyup
Çalardı gri kapının tokmağını
İniltili bir boşluk Cevat’ın kapanmaz gözlerine yerleşirken
Bu yalnızlık denen şekli yetişkinlerden önce
Çocuklar bulmuş olmalı
Onlar, her şeyin duygusunda yıkanıp düşündüklerinden
Mahkemenin kapısında çocuk oluverdi koca Cevat
Hâkim gözlerinin içine
Kırık taşlar bırakarak ilerletti zamanı
“Sen yalnızlığından suçlusun”
Suçunu zamana yükleyebilmişti o tan rengine değin
Suçunu insan gövdelerine dikip
Terzi terbiyesiyle durmuştu oracıkta
“Oralar nereler efendi?”
“Oralar nereler?”
Başının gerisinde fesleğen kokusu duyumsadı
İnsan yalnızlığından sorumluydu
İnsan düşkünlüğünden ve hüznünden
Ve bulaşıcıydı tüm bunlar
Hâkim öyle buyuruyordu
Göklerden şiir falan düştüğü de yok dedi içten içe
Sevda denkleminin çözüleceği de yok!
Kara cübbesinin içinde
Kar yağışlı bir kasım gecesinde
Kırıvermişti kalemini hâkim efendi
“Ah hâkimciğim, benim de ellerim yoktu
Kalemleri oracıklara gömdüm
Ve yalnızlıklarımı dağarcığına suyun
Hüsrev’ le dertleştik, barıştan özgürlükten falan konuştuk
Bir teli kopuk gitarı vardı Hüsrev’in
Bir de lekeli gömleği kendisini öldürürken giydiği
Topu topu beş ay yaşadık ve unutulduk
Bir ömür etti
Bir ömür, hepsi ses hesabıyla
Sarışın güzel bir kızın sesi mesela
Bakışları da hüzünbaz bir görseniz…”
Kalemin kırık ucundaki kıymığa battı hâkimin eli
Huzursuz bir caz şarkısı mırıldandı Cevat
Ellerini izledi, elleri döşünden daha büyük
Ellerinden kıymıkları çıkarmışlardı yıllar oldu
Yerine yalnızlık koymuşlardı oradakiler
Odaya uzun, ham bir sesleniş yükseldi
Yankının
Yankıya benzemez bir yanı var
İnsanın
İnsana benzemez bir hali
“Geçmişler olsun efendi”
Geçmiş miydi ki?
Cevat ellerine uzandı, ellerine
Sesine uzandı, kendi sesine
Bıyık altından güldüğü günlere saydı
“İnsan ne yaparsa kendine yapar hâkimim!”
“Bey diyeceksin”
“Ben diyecekmişim!”
Çikleti yapıştırdığı masanın altından
Geçmişin kötü kokusu yükseliyordu
Yani, sevebilmiş olmak ta
Acı çekmenin başka bir yolu
Başka bir yinelenişi çoğalmanın
“Bunların hepsi, hepsi benim çocuklarım!”
Ayaklarında amansız bir kaybedişle gürledi
Kıyılamayan her karınca
Zihninin köşelerini ısırırken akşamcı masalarında
“Bu yalnızlıkların hepsi, benim çocuklarım”
Dile gelmişti, dili çözülmüş akmıştı işte gerçekliğe
Zamanın ihya olmadığı gerçeğini
Mor kavimlerden ve peygamberlerden beri
İnsana ödeten bu cümbüş yerinde
Zenginin çok zengin ve fakirin haddinden fazla fakir olduğu
Bu gergefi dağılmış yeryüzünde
Haddinden fazla hüzünlüydü Cevat
Haddinden fazlaca sevmenin mağlubiyetini yaşamakla yükümlü
“Herkes haddini bilecek efendi”
Hâkimin gözleri adamın gözlerine dikili
Mahkemenin ıslak kapısına üşüşmüş gözyaşları
Onun göz bebeklerinde durdu
İnsan nerede olsa
Kendi infazını akıtıyordu kapılara
Duvarlar köşelerini unutup
Böğrün yeni yetme serzenişine yerleşiyordu
Tekrarladı içinden çıkılmaz kelimeyi;
“Herkes haddini bilecek efendi!
Herkes, haddinden fazlası ile müşteki!”
The sound of the quilt trader was heard from afar
Cevat has a lot to do
He will color the streets of the entire neighbourhood
In order to find the darkest shade of black –for at least two hours-
He hangs his head between his hands
And his hair between the pavements
He had crazy eyes, no doubt
But he glared untimely at the days to come
The days to come, would fill their pockets with rakı*
And knocked on the grey doorknob each night
As a whimpering gap settled inside Cevat’s ever open eyes
Children must have discovered
This shape called loneliness, before he adults
Because they bathe in their emotions to think
Big fellow Cevat, turned into a child in front of the courtroom.
The judge lapsed the time by leaving broken pieces of rocks in his eyes
“You are guilty for your loneliness”
He was able to attribute his crime to time then despite his dawn coloured skin
He stitched his guilt on human torsos and
Stood there in the manner of a tailor
“Where is out there sir?”
“Where is out there?”
He recognized the smell of fresh basil behind his head
Men was responsible for his solitude
Solely because of devotion and grief
And all these were contagious
That’s what the judge decreed
It’s not like poems fall out of the sky he said to himself
And there is no way the equation of love will be solved!
Wearing his black tabard
On a snowy November night
The judge had broken his pencil
“Ah dear Judge, I also didn’t have hands
I buried my pencils there then
And my solitude to the repertoire of water
We had a heart-to-heart with Hüsrev, talked about peace, freedom and stuff
Hüsrev had a guitar with one string missing
And a stained shirt that he wore as he killed himself
We lived for 5 months at most and were forgotten
That amounted to a lifetime
A lifetime of accounting to voices
The voice of a beautiful blonde girl for example
With gloomy looks, if you could only see…”
The splinter on the end of the broken pencil pricked the judge’s hand
Cevat hummed an restless jazz song
He watched his hands, they were larger than his chest
It’s been years since they picked out all the splinters from his hands
Those out there had replaced them with loneliness instead
A long, pure calling rose in the room
Echo
Has a way which doesn’t resemble echo itself
Humankind,
Has an inhumane side.
“Good to see you recovered sir”
Was it all behind me?
Cevat reached for his hands, the hands
He reached for his voice, his own voice
He recounted the days he smirked under the moustache
“Whatever humans do, they do it to themselves my dear judge!”
“You need to say sir”
“Me!”
The stinking scent of the past rose
From under the table that he gad stuck his gum on.
So, having been able to love too
Is just another way of suffering
Another recurrence of reproduction
“All of these, they are all my children!”
With a relentless failure on his feet, he roared
As each spared ant
Bit into the corners of his mind on boozehound dinner tables
“All these solitudes are my children”
He had found his tongue, it had unraveled and slipped into reality
The reality that time won’t be rejuvenated
Since the times of prophets and purple tribes
In this jamboree that makes people pay
Where the rich is far too rich and the poor is excessively poor
In this world fitted in a crooked tambour,
Cevat was filled with excessive sorrow
He was bound to live in the failure of loving excessively
“Everyone is to know their place sir!”
The judge’s eyes fixated at the man’s eyes
The teardrops curdled up on the courtroom’s damp door
Halted on his pupils
Wherever a human is
Spilled his own execution under door sills
Walls forgot their corners
And settled between the freshly minted reproach of the self
He repeated the dead ended phrase;
“Everyone is to know their place sir!
Everyone is more of a plaintiff than they can handle!”
*Rakı is the Turkish national alcoholic drink.