Karşımda henüz temelleri atılan, yakında boyumuzu aşacak dört duvar arası binalar duruyor. Artık ben de gidiyorum -daha doğrusu gitmek istiyorum- bu terk edilmiş, insansız şehirden. Ağacın artık olmadığı şehirde son ağaç dün yıkıldı bile. Ne bir kuş sesi var etrafta ne de şahane mutluluk kokusu. Artık göremiyorum bu şehirde huzurun resmini. Sadece bakıyorum etrafıma, amaçsızca bakıyorum. Oysaki bir hafta önce anlamlı bakıyordum bu sokaklara. Böyle değildi hiçbir şey. Çok eski bir çınar ağacı son demlerinde bir kuş yuvasını taşıyordu. Yeni bir kuş vardı yuvanın üstünde. Anlaşılan en küçük yumurta da çatlamıştı sonunda. Ne güzeldi sesi… O güzel sesiyle ne güzel şarkılar mırıldanıyordu bu şehirde. İşte o gün bu sokakta yürüyordum. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Yanıma bir çocuk gelmişti. Ela gözü, kahverengi saçları vardı. Kıyafetleri kir içindeydi, muhtemelen yere düşmüştü. Nefes nefese kalmış, öylece etrafa bakıyordu. Bedeni halsiz durumda, olduğu yere yığılacak haldeydi. Etraftaki sesler gitmiş, herkes aklından bu çocuğun ne söyleyeceğini ya da ne söyleyebileceğini düşünmeye başlamıştı. Sanki kötü bir şey söyleyecekti çocuk. Tahmin ettiğimiz gibi de oldu.
“Ba… Bakkala gidiyordum. Sonra bir şey gördüm. Benden çok uzundu. Kamyondan bile daha büyüktü. Ucunda kepçeye benzer bir şey vardı. Önde bir adam belirdi. Ceketli, gür saçlı, uzun burunlu biri.”
Sonra biz de anlamıştık ne olduğunu…
O günü hatırladığım an üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Her şey güzeldi o ana kadar. Ama şimdi çok farklı. Son demlerindeki çınar ağacı -bana kalırsa bu günleri görmek istememekten- dayanamayıp yıkılmış. Zavallı kuş, ağacın altında kalmış. Issız bir rüzgar, ses yok, insan hiç yok. Sadece ıssız bir rüzgar var artık. Belki gün olur buraya tekrar gelirim. Gerçi aradığım mutluluğun kokusunu bulamam ya. Benim nereye gideceğimi merak ederseniz, bilmiyorum nereye gideceğimi. Muhtemelen uçsuz bucaksız bir çöldeymiş gibi nereye ilerlersem oraya. Aradığım mutluluğun kokusunu bulamayıp ıssız rüzgardan kurtulamasam da. Ne canımı acıtıyor biliyor musunuz? İnsanların bir sürü dört duvar arası binalar dikip de mutluluğun kokusunu aramaları.
The Scent of Happiness
Translated by Ege Dündar
There are buildings in front of me with their foundations newly laid, soon to grow higher then our height. Now I’m leaving too -more rightfully wanting to leave- this deserted, unpopulated city. In the city where trees are no more, the last one got uprooted yesterday. There is not a sound of birds nor that awesome scent of happiness. Now I can’t see the picture of peace in this city. I only look around, I stare aimlessly. Whereas just a week ago I looked around curiously on these streets. Nothing was like this. An olden plane tree was carrying a bird’s nest on i’s last legs. There was a new bird on top of the nest. It seemed that the smallest egg has finally cracked. It’s voice was so mesmerising… It was humming such beautiful songs in this city. That day I was walking on the street. I don’t know how much time had passed but a kid came next to me. He had hazel eyes and brown hair. His clothes was full of dirt, he probably had fallen somewhere. He was out of breath, gazing around. His body was in a frail condition and he seemed like he was about to collapse on the floor. The sounds all around were gone, and everybody had started thinking about what this kid would say or can say. As if he was going to say something terrible. It was just as we predicted.
“I..I was going to the corner shop. Then I saw something, much taller than me. It was even bigger than a truck. There was something resembling a hook on it’s tip. A man appeared before it. With a jacket, lushes hair and a long nose.”
Then we understood what had happened…
“When I remembered that day I wasn’t sure if I should be happy or sad. Everything was beautiful till then. But now it’s very different.The plane tree on it’s last legs, unable to stand has collapsed. If you ask me it was to avoid witnessing the days to come. The poor bird was caught under it. A solemn wind, not a sound, no humans whatsoever. There’s just a solemn wind now. Perhaps one day I will come back here. Though I won’t be able to find the scent of happiness that I seek. If you wonder where I’ll be heading, I don’t know. Most likely it’s wherever I head just like on a ceaseless desert. Even though I won’t find the scent of happiness I seek or get rid of the solemn wind. You know what hurts me the most? That people raise buildings between four walls and seek the scent of happiness in them.