“Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi
…
İşçiler,
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlerde büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile…
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.”
8 Ağustos 1928’de doğdu edebiyatımızın usta şairi Edip Cansever; “Olsa, başlangıçlar sona kalsa” diyordu bir şiirinde, 28 Mayıs 1986’da bütün başlangıçları sona kalsa da şiirleri bizde hep yeniden başladı. Biri kendisinden sonra gelen 3 kız kardeşle sürüp gitmiş çocukluğu, tüccar bir baba, fedakâr bir annenin oğlu olarak. Otobiyografik eserinde anılarının silik olduğunu sıkça dile getirse de bizim alacağımız çok şey oluyor yine de:
Babam pek sevinmiş erkek olmama. Benden önce iki kız, benden sonra bir kız, böylece dört kardeş oluvermişiz. Doğduğum ev İstanbul’da, Beyazıt’ın arkalarında, Soğanağa dedikleri bir yer. Annem küçükken göstermişti : “İşte sen bu evde doğdun!” Bir süre sonra -herhalde ben çok küçükken- Saraçhane başına taşınmışız. Bitişiğimizde Nigâr hanım oturuyor kocasıyla ve kardeşi Kenan beyle. Nigâr hanım A. Hamdi Tanpınar’ın kızkardeşi. Tanpınar da orda oturuyor ama her zaman değil sanıyorum. Belki de yolculuklara filân çıkıyor arada.
Edip Cansever üç kız kardeşiyle birlikte.
Şiirlerinde kompoze tınıların, müziğin sezildiği şair, yaşamını da öyle aktarıyor bize. İlk şiirini, ilk aşkını, ilk radyosunu… Ortaokul döneminde yazdığı ilk şiiri bir çocuk dergisine gönderiyor ve şiir başarılı bulunarak yayımlanıyor. Büyük bir güven veriyor bu küçük dev adım ona. Kız kardeşi Edibe Aykaç bu ilk şiirin hikâyesini kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle aktarıyor: “Unutamadığım bir anısı vardır. İlkokul beşte veya orta birdeydi. Annem Bursa’ya gitmişti. Annemi çok özlemiş, onun için bir şiir yazmış, bana okudu. Bir çocuk dergisine yollamış, orada çıktı. Biz çok sevindik, hopladık, zıpladık filan. Ah kardeşim şair olmuş diye ben ona sarılmıştım. Yıllar sonra gerçekten değerli bir şair olunca, zaman zaman boynuma atardı elini, sen bana böyle söylemiştin abla diye.” Hocası Salim Rıza Kırkpınar sınıfta şiir okudukça daha da çok eğiliyor yazmaya Edip Cansever, bu onda bir ihtiyaca dönüşüyor artık, hep daha iyisini kuruyor. Ve hevesle yazdığı şiirlerini yayımlatmak için yeni girişimler peşinde koşuyor:
İstanbul Erkek Lisesi’ne girdim. Öğleyin çıkmak yok. Ekmek karnemizi unutursak, bahçe penceresinden ayva, leblebi alıp yiyoruz. Bir ara Çınaraltı dergisi okuyorum. Aruzla bir şiir yazıp yolluyorum, Orhan Seyfi’nin bir cevabı çıkıyor: Şiiri heceyle yazmışım ve bazı dizelerde bir hece eksikmiş. Heceyle bir şiir yazıp yolluyorum ve öbür şiirimin aruzla yazıldığını ekliyorum, şiir yayınlanıyor. Sonra İstanbul dergisine bir şiir yolluyorum, çıkıyor, ikincisini yolladığımda, cevaplar kısmında beni dergi yazıhanesine çağırıyorlar. Neşet Halil Atay’la Mehmet Kaplan’la tanışıyorum. Ondan öyle toplantı günleri oluyor, uğruyorum. Şiirleri kendim götürüyorum artık.
Her şair gibi ciddi eleştiriler de alıyor Edip, hem de yolun daha en başında, hem de yazıdan, şiirden el çektirmeye sebebiyet verecek bir üslupla. Ancak bütün büyük şairlerin meziyeti kalemle olan münasebetini bir çukur kazarcasına, emek ve gayretle derinleştirmesinde saklı değil midir? Edip derinleştirdiği çukura bir dünya yerleştiriyor, giderek güzelleşen, detaylandırılan, seyretmesi keyifli, düzenli bir dünya…
Bir gün… Evet, bir gün Tanpınar şiirlerimi görmek istiyor. 17-18 yaşlarındayım. Tünel’deki Narmanlı Yurdu’na gidiyorum. Bana kocaman bir çay fincanıyla kahve sunuyor. Gene kocaman masasına oturup gözlüğünü taktıktan sonra, hiçbir bıkma belirtisi göstermeden bütün şiirlerimi okuyor. Okuması bittikten sonra başını kaldırıp (iyice aklımda) ilk cümlesini söylüyor: ‘Bunlar çok güzel, hepsi de güzel. Ama hiçbiri şiir değil!’ Tabii bu yargı iyiden iyiye yadırgatıyor beni, yine de anlamış görünerek çıkıyorum dışarı. İkindi Üstü’nü o sıralar çıkarıyorum. Önüme gelene veriyor ya da yolluyorum. Varlık’ta Melih Cevdet’in kısa bir tanıtması çıkıyor. Seviniyorum. Orhan Veli, sanırım adı “Karikatürden Şiire” adlı bir yazı yazıyor. Benim bir mısramı alarak, böyle mısra yazılmaz anlamına bir şeyler söylüyor.
Mısralarının arasına saydam hikâyeler yerleştirmesi, hatta kimi noktalarda bütün bu an’ların bütünleşip ortak bir zamanı temsil etmesi tesadüfi değildi, çünkü Edip de kendisi için “Anlatıcı bir şairim…” diyordu. Yaşadıklarını yazan veya daha kapsayıcı bir ifadeyle yaşadıklarını kaleminden uzak tutmayan bir şair olarak hayatın her lezzetini bir şiir malzemesi olarak kullanabilmişti. Geçen yıl aramızdan ayrılan şair Küçük İskender onun şiiri için şöyle diyordu: “Edip Cansever’in şiirine dönüp baktığınız zaman, her yer, her şey var. Her yerdeki her şey de var bu arada. Ve her şeyin çağrıştırdığı her yer de var. Yani bu çok bakışımlı aynalarla dolu bir odaya girmek gibi. Burada gördüğünüz bir çiçek burada başka bir şeye dönüşüyor. Buradaki görüntü arkanızda başka bir şekle bürünüyor. Sizi sersemleten bir şair Edip Cansever.”
Çok karanlık bir cümlede durmuş gibiyiz
Herkesin, ama herkesin yanılıp bir yerlere gittiği
Bir cümlede durmuş gibiyiz
Ki bütün mektupların, telgrafların
Durmadan yanlış verildiği
Sapsarı bir cümlede ve geniş.
(Edip Cansever / Tragedyalar)
İlkyaz olarak bu sayımızda, hepimizin bildiği o şiirleri, Mendilimde Kan Sesleri, İçinden Doğru Sevdim Seni, Yerçekimli Karanfil, Tragedyalar ve daha nicelerini özenle işleyen ve Süreya’nın ifadesiyle “Fazla şiirden ölen” Edip Cansever’in henüz 16 yaşındayken kaleme aldığı Akşam başlıklı şiirini sunuyor ve beraberinde kısa bir süre önce TRT arşivinden çıkarılan önemi ve değeri büyük bir Edip Cansever röportajının video linkini iletiyoruz.
Şairin hikayesinin ve gençlik eserinin yazın yaşamının başındaki bütün genç yazarlara ilham olmasını diler, “O çocuklar büyüyecek / O çocuklar… / Bilmezlikten gelme Ahmet Abi / Umudu dürt / Umutsuzluğu yatıştır!” dizelerindeki gibi hep umudun mevsimini yaşamanızı temenni ederiz!
İyi okumalar! İyi seyirler!
AKŞAM
Ay sularda yüzerken
Yükseliyordu Akşam
Damla damla biriken
İçimde kordu akşam
Son ışıklar elendi
Serviler gölgelendi
Hayaller perdelendi
İçeri girdi akşam
Ne bir renk, ne bir ışık
Tırmanıyor sarmaşık
Ruhum ondan karışık
Ruhuma erdi akşam
Ömer Edip CANSEVER
1 Nisan 1944
Röportaj video linki: https://www.youtube.com/watch?v=h0dn-QC8S-g
Kaynak:
Sonrası Kalır II, Edip Cansever Yapı Kredi Yayınları
Edip’in Lastik Topu, Ülkü Uluırmak, Yapı Kredi Yayınları