Ali Galip Yener/22.01.2015

Goethe Faust’ta “Kâğıt, kutsal bir pınardır değil mi / Bir içimi susuzluğu gideren sonsuzca / Gideremedin demektir susuzluğunu, / Senin özünden fışkırmıyorsa bu pınar.” der. Goethe’den yaptığım alıntı bağlamında şunu yazının hemen başında söylemek isterim. Şiir ve şiir eleştirisi üzerine düşünürken tinsel dünyanın verilerinden ve ilahi hakikat kavramından dolaysızca faydalanmak, referansları tespit ederken tinselliği göz önüne almak, şairin şiir yazarken iç dünyasının farkında olup olmamasını bir eleştiri kriteri olarak dikkate almak gereklidir.

Şairlerin yükü çok ağırdır. Şiir, A. Artaud’nun tarifine göre: “çağı psikolojik hastalıktan kurtarmak için dönemin gezgin öfkesini mıknatıs gibi kendine çekerek, kendi omuzlarına yüklenerek, dönemin endişelerini açığa çıkarır.” Modernist şiirin yaşantı’nın, şimdiki an’ın getirdiği birikimin peşinde olduğu bilinir. Şimdi’nin zenginliği anlamına gelen modern olanın araştırılması şiirin esas fonksiyonunu oluşturur. İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu’nda, beşeri macerada şiirin tuttuğu yeri tarif ederken, şiirin bir kolunu yaşanmışlığın derinliğine, diğer kolunu bilinmezin ipuçlarına uzattığını, şairin işinin “bir yandan kendi macerasının bütün sınırlarına yüklenip oradan bütün insanların öz macerasını tahrik edecek güçte işaretler çekip çıkarmak, bir yandan da kavrama gücünün sınırlarından insanlara bazı işaretler getirmek” olduğunu ifade eder. (Çıdam Yay. 1991, s.43).

Cumhuriyet dönemi Türk şiiri eleştirisinde otoriter modernleşmeci, pozitivizmin kıskacında ve Aydınlanmacı akıl dogmasına teslim olmuş eleştirmenlerin en önemlilerinden biri hiç şüphesiz Nurullah Ataç’tır. Alanında bir sembol olan Ataç’ın öznelci (sübjektivist) yaklaşımında mevcut meselelerden biri, eleştirel analizin sadece eleştirmenin şahsi hükmünden ibaret bir içeriğe indirgenmesi ve eleştiri eserinin bilgi yükünün hafiflemesi meselesidir. Halbuki Matthew Arnold’a kulak verirsek, eleştirinin “(…) en önemli işi bilgiye- özellikle yeni bilgilere ulaşmak olmalıdır. Eleştirmen okurlarına en büyük hizmetini sahip olduğu yeni bilgileri onlarla paylaşarak ve bunlarla birlikte kendi vardığı yargıyı aktararak yapacaktır. Ancak kendi vardığı yargıyı aktarmak eleştirmenin ilk amacı olmamalı, bunu soyut bir kanun yapıcı gibi değil, daha çok bir kılavuz ve ipucu olarak sunmalıdır.” (Eleştiri- Anlamı ve İşlevi, Haz: A. Aydoğan, İz Yay. 2002, s.71.) Ancak 1980’lerden sonra, Türkiye’nin kapitalistleşme sürecinde esasen şiiri teknik bir analize tabi tutan, metodolojik bir yaklaşımı içeren ve akademik destekli bir tavırla Ataç’ın Aydınlanmacı akla yaslanan öznelci eleştirisi aşılmış, şiir eleştirisi öznel-nesnel yaklaşımların diyalektiğine, birbirini besleyen zeminine büyük ölçüde kavuşmuştur. Gerçekte nesnel eleştirel tavra ihtiyaç hissedilmesi çok öncenin bir meselesidir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Avrupa (Batı) hayranlığı ile eskimiş olarak gördüğü yerli modaların arasında sıkışmış bir edebi ortamın tesis ettiği çıkmazın aşılmasının yolunu daha 1950’lerde şöyle tespit etmiştir: “Bu çıkmazlardan asıl hayata, kendi hayatımıza açıldığımız gün iş değişir. Yani saati gelmiş olur. Yalnız benim dediğim ilmî ve üniversiter tenkit, bu işi çabuklaştırır.” (Mücevherlerin Sırrı, YKY, 2002, s.193.)

Ahmet Oktay, “Attilâ İlhan’ın Şiirinde Bazı Motifler” başlıklı yazıyı “Eleştiri vardır, ama şiir daha çok vardır.” diye bitirir. Oktay, şiir eleştirisinin yanılsamalı olabileceğini vurgular ve “eleştirinin belirgin özelliği[nin], bütün bilimsel olma çabasına rağmen, olasılık ve yanılabilirlik” olduğunu yazar. Şiir analizlerinde yanılgıların sebebi, hem şiirin doğasındaki etkenlere bağlıdır; hem de eleştirinin dayandığı teorik zeminin inşasındaki zorlukların bunda bir hissesi vardır, diye düşünüyorum. Şunu da belirtmek gereklidir. Walter Kaufmann, İnsanı Anlamak’ta (İdea Yay. 2009) Gilbert Murray’ın bir sözü üzerinde durur: “Eleştirmen ne kadar kötüyse, [yapıtta] o kadar çok kusur bulacaktır.” Kaufmann “niçin” diye sorar ve soruyu şöyle cevaplar: “Çünkü kusurları bulmak gerçekte güç değildir ve onlar üzerinde eşinip duranlar ve kendilerini bütünüyle ayrıntıya gömenler böyle kusurları aşan şeyleri görmeyi başaramayacaklardır.” Eleştirmenin bir meziyeti varsa o da şudur: Yapıtta, şairin gayretinde verili kusurları aşan şeyleri, demek ki edebi üretim gayretinin özüne dair noktaları keşfetmektir. Bu keşif süreci, eleştirmenin kendi gayretinin özünü keşfetme sürecine eklendiği için önemlidir. Yine Kaufmann’ın aynı çalışmadaki şu ifadesi, eleştirinin en önemli işlevlerinden birini öne çıkardığı için anlamlıdır: “[Yazıda] kişi kendini daha önce hiç düşünmediği ya da en azından daha önce öyle iyi formüle etmediği şeyleri söylerken bulur. Yazı eğer kişinin hiçbir zaman önceden göremeyeceği keşiflerin sürekli heyecanı olmasaydı yavan ve usandırıcı olabilirdi. Yazmak kendi ile diyalogdur ve kendini keşfetmektir.”

Şiirin kökeninde büyünün, S. Freud’un büyü için kullandığı sözü hatırlarsak, “Bir dış dünya ile baş etme tekniği”nin bulunduğu bilinir. Günümüzde ise, şiir üretiminin yapısı bakımından çoğul okumalara açıklık, hakikatte kendisi de bir şair olmayı arzu eden okurlar tarafından yeniden üretilebilirlik ve farklı anlam atfetmelere elverişlilik gibi esaslı özelliklerinin mevcut olduğunu tespit ederiz. Melih Cevdet Anday’ın “Öğle Uykusundan Uyanırken” başlıklı muhteşem düzyazı şiirini “Eksik bırakacağım şiirimi! Onu sen tamamla!” diye bitirmesi okurun şair için olmazsa olmaz varlığını işaret etmesi bakımından anlamlıdır. Buradan şiir eleştirisine geçersek, şiir eleştirisindeki indirgemeci yaklaşımlar zaten en baştan yanılsamalara açık analizlerdir. Şiiri sadece yapısalcı, psikanalitik, Marksist, okur merkezli vb. bakımdan değerlendirmeye girişmek, belki eleştirmenin işini kolaylaştırır; hazır şemaların rehberliğinde eleştiri yaklaşımlarından sadece birine angaje okuru da rahatlatabilir; ama böyle bir durumda eleştirinin yanılma payının yüksek olacağını kolayca iddia edebiliriz.

Halen Türkçedeki şiir eleştirisinde, azalmakla beraber etkisi devam eden dogmatik, Ortodoks Marksizmden ayrı bir eleştirel yaklaşım, ne iyi ki giderek güçlenmektedir. İşte eleştiri sahasında dogmatik bir tutumu olmayan Murat Belge’nin yaptığı bir tespit şimdi işimize yarayabilir. Belge, C. Caudwell üzerine yazdığı tezde, sanatın “sınıfsal farklılaşmadan önce, genel gerçeklikle insanın genel bilgilenme düzeyi arasındaki sürekli ve yenilenen çelişkiden kaynaklan[dığını]” vurgular. Bu tarif, pekâlâ şiir için de geçerli olsa gerektir ve şiir analizlerinin neden geniş kapsamlı, çoğul okuma biçimlerine açık olması, indirgemeci ve dogmatik olmaması konusunu açıklığa kavuşturur. Çoğul okumalardan beslenen bir şiir eleştirisi pozisyonunun daha az yanılgıya sebep olacağını söylemek kehanet değildir.

Şimdi şiir ve şiir eleştirisinin güncel haline geçmişten gelen çok önemli bir tespitin ışığında bir göz atalım. Ebubekir Eroğlu, Modern Türk Şiirinin Doğası’nda (YKY, 1993) 1970’lerde şiir algısını etkileyen atmosferin edebiyat-içi kültürden adım adım uzaklaştığını tespit eder. Bu hal, günümüzde de bazı belirtileriyle varlığını sürdürmektedir. Günümüzdeki probleme yaklaşma bakımından Eroğlu’nun geçmişe dair yorumunu okumak gerekli: “Şiirde ve şiir üzerine düşünmede ‘amatörlük kültü’ egemen oldu. ‘Literer’ tutuma set çekip serbestçe ifadenin önünü açma isteği ise anti-kültürel bir eğilimin yaygınlaşması ile sonuçlandı. Zira literer olanın karşısına konulan hayat, hemen hemen parti programı gibi kodlanarak algılanacağı bir alanda tarif edilebiliyordu. (…) Teoriler öylesine ilgi çekici oldu ki; şiirimizdeki bütün eğilimler kendilerini teorilerle ifade etmeye, çatışmalarını teorilerle yapmaya başladı.” (Eroğlu, s.69). Bu analiz, şiir eleştirisinde estetik otonomiyi göz ardı eden, ideolojik şartlanmalı teorik yaklaşımın nasıl zaaflı olduğunu dile getirir. Sadece teorik planda düşünmenin düşünme nesnesine, burada şiire belli bir mesafeden baktığının ve bu bakışın belli zaaflar içerebileceğinin farkında olmak gerekir. Çünkü teorik düşünme gayreti, uygulamada şiirle ilişki kurma konusunda yardımcı olduğu kadar, bütüncül, şiirler arasında fark gözetmeyi unutmuş bir bakışa dayanıp, her türden edebi ürünün önyargılı bir şekilde mahkûm edilmesini kolaylaştırma riskini de içerir.

Şunu da eklemek isterim: Kelime kökünde crisis (bunalım) bulunan eleştiri kavramının sınırını bilgi/öğrenme açlığı ile yargılama kuvvetinin arasındaki denge hali tayin eder. Eleştiri zorlu bir gayrettir, okuduğunuz metne doğru hizadan bakmayı öngerektirir. Denemeyi bitirirken, son 20-25 senedir Türk edebiyatında kendisine, toplumsal hayatın verilerine rikkatle bakabilen, dinin ve geleneklerin önemini sahiden anlayabilen edebi gayretlerde yoğunlaşmanın söz konusu olduğunu ve bunun eleştirinin metne doğru hizada bakması işlemine büyük katkıda bulunduğunu söylemek isterim. Otoriter modernleşmeci, edebiyatı dinin beslediği toplumsal şuurdan ve geleneklerinden tamamen koparmayı amaçlayan, onu dilsizleştiren, “halk için halka rağmen” sözünde tecessüm eden jakoben elitizmin sebep olduğu hastalıklı kültürel yaklaşımın nispeten aşıldığı günümüz şartlarında, şiir ve şiir eleştirisinin artık daha sağlıklı bir ortama kavuşmaya başladığını sevinçle ifade etmeliyim.

Kaynak

Bunları da Sevebilirsiniz

October’s works are now live and can be found below and throughout the postings on the English homepage! As İlkyaz, we work to introduce three young writers every month. We translate these works, which are be made up of a short stories or poems, into English and endeavour to introduce them to readers outside of Turkey. …

Share

Sıcaklığın mevsim normallerinin üzerinde olduğu bir nisan gününde, seher rüzgârı bir lütufmuşçasına esiyordu. Bu sırada içinde bulunduğu polis arabasının camından sigarasını tüttüren Celal, sabahın köründe devriyeye gönderilmesine küfürler ediyordu. Oysa bugün kızının doğum günüydü ve tüm günü onunla geçireceğine söz vermişti. Şimdi, neyin nesiydi ve nereden çıkmıştı bu devriye işi? Sözde mesai arkadaşı Zeki yataklara …

Share
Önceki / Previous Çıkış Yok
Sonraki / Next Poetry Films - Rich Ferguson "Human Condition"