Klasik eser okurlarının (kitabını seçmişler için söylüyorum) ilk tercihi, sanırım yayınevi oluyor. Çevirmen tercihi bundan daha sonra, daha bilinçli bir okur kitlesi tarafından yapılıyor. Bilmediği bir dildeki eseri okuyacak kişi için hayati önem taşıyan iki unsur bunlar. Peki ama çevirmenleri yeterince tanıyor muyuz, ya da yayınevlerine duyduğumuz güven hak edilmiş bir güven mi?

Gazete ve dergilerdeki kitap yazılarında, çevirmenlerin duru, akıcı Türkçesinden, yayınevinin titiz çalışmasından söz edildiğini okuruz hep. Ancak bu yazılar genellikle yayınevi reklamlarından alınma, basmakalıp ifadelerdir ve çoğunlukla gerçeği yansıtmamaktadır. Eleştiri yazılarına ise bloglar ve bağımsız okur grupları dışında pek rastlamıyoruz. Çoğu çeşitli yayınevlerine angaje olmuş eleştirmenlerin ‘tanıtım yazısı’ yazmaktan başka pek bir şey yaptığını da, sanırım görmüyoruz. Böyle bir ortamda, çevirinin nasıl olduğunu, yayınevinin (editörü, redaktörü, dizgicisi hatta grafikeri ile) nasıl bir iş çıkardığını değerlendirecek ve gerekirse kral çıplak diyecek kişilere büyük bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu kişilerin de yine bloglardan ve (bu yazıyı da barındıran) bağımsız gruplardan çıkacağına inanıyorum.Madem biz bize kaldık…

Yordam Edebiyat, Anna Karenina’yı Hasan Âli Ediz çevirisiyle basmaya hazırlanırken redaksiyon ekibine katıldım.Bu sırada, karşıma çıkan kimi ifadeler, beni zorlayan kimi cümleler için, başka edisyonlara bakma ihtiyacı duydum. Seçtiğim yayınevleri, ‘klasik eserler için en doğru adres’ diye düşündüğüm Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ve klasik serisi için yaptığı reklam kampanyası hâlâ hatırımda olan ve duygusal olarak da sempati duyduğum İletişim Yayınevi oldu. Bu yöntemi benim icat ettiğimi sanmıyorum; başka birçok çevirisi olan eserlerle çalışan kişilerin, sadece ihtiyaçtan değil, düpedüz merak ettikleri için de başka edisyonlara baktığını sanıyorum, bakmak gerektiğini de düşünüyorum.

Bu süreçte çeviriler arasında öyle farklılıklarla karşılaştım ki, bazı bölümlerde orijinal metni kontrol etmek üzere, bir çevirmenden görüş aldım. (Ben ben deyişim, yazının sadece beni bağladığını ifade etmek içindir, yanlış anlama olmaz da yine de belirteyim.) Eserde eser miktarda yer alan Fransızca ve Almanca cümlelerin kontrolü için yine bu dillerin erbaplarına başvurdum. Hasan Âli Ediz’in çevirisini kontrol ettiğimi, çevirmenin altmışlı yıllar Türkçesiyle kurduğu kimi cümleleri basitleştirip imla yanlışlarından arındırdığımı düşünürken, -kısaltacağım müsaadenizle-  İş Kültür Yayınları ve İletişim’in baskıları hakkında oldukça fikir sahibi oluyordum. Söz ettiğim farklılıklar ilgimi öylesine çekmişti ki, bir süre sonra bunu oyuna dönüştürüp, rastgele açtığım sayfaları üç çeviride de izlemeye başladım.

Değerlendirme ya da karşılaştırma yazıları pek yazılmıyor diyordum ya, eski bir blogger olarak bu yazıya tamamen bu sorumluluk duygusuyla niyetlendim işte. Ben yazmasam, sen yazmasan, değil mi ama efendim.

Yazmaya karar verince, okuma sırasında aldığım notları bölümlere ayırıp, çeşitli kategoriler oluşturdum: Çeviri Hataları, Bozuk/Düşük Cümle, Kişi ve Yer Adlarının Yazılışı, Dipnot Bilgileri, Metindeki Edebi Değerin Korunması, Yabancı Dildeki Cümlelerin Yazımı, Yazım Yanlışları,  Kelime Tercihi, Kelime Çeşitliliği, Noktalama İşaretlerinin Kullanımı gibi bölümlerdi bunlar. Notlara geçmeden önce, elimdeki eserlerin Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi, Ayşe Hacıhasanoğlu çevirisi ve Mayıs 2016 tarihli VII. Basımı ve İletişim’in, İletişim Klasikleri, Ergin Altay çevirisi, 2015 tarihli I. Baskısı olduğunu belirtmeliyim. Daha önemli bir diğer not da, bu yazının Anna Karenina özelindeki bir değerlendirme yazısı olduğudur. Hiç kimsenin çevirmenliğini, redaktörlüğünü ya da yayıncılık seviyesini değerlendiriyor değilim. Bu yayınevi başka bir kitabı iyi basmış olabilir, şu çevirmen o kitapta daha iyi bir iş çıkarmış olabilir. Bilemem. Ben Anna Karenina’ya üç ayrı gözle baktım ve şimdi bunu paylaşıyorum.

Çeviri Hataları

En olmasın istediğimiz bölümden başlayacağım. Yayınevine ve çevirmene güvenmek zorunda olduğumuz, hata kabul etmeyeceğimiz, başka edisyonlarla ya da orijinal metinle karşılaştırma olanağımızın olmadığı durumlarda niteliği hakkında fikir sahibi olamayacağımız,  ben sana mecburum bölümü:

Ergin Altay

“Saatin kaç olduğunu, Bryanski’ye gidecek zamanı olup olmadığını düşünüyordu“(273)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“… saatin kaç olduğunu, Bryanskiy’e gidecek zamanı kalıp kalmadığını düşünmemişti.”(252)

Hasan Âli Ediz

“…saatin kaç olduğunu ve Briyanski’ye gitmeye vakti olup olmadığını düşünmedi bile.”(cilt I, 283)

– Adam düşünüyor mu düşünmüyor mu? Baktım, düşünmemiş. İlk örnekteki düşünüyordu neden?

Ergin Altay

“Onlarla oynamak için anımsayacaksın sen çocuklarını, bense zavallıların mahvolduklarını düşüneceğim hep. Mahvolduklarını biliyorum.” (55)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Sen çocukları, onlarla oynayacağın zaman hatırlıyorsun, bense onları hep düşünüyor ve şimdi mahvolduklarını biliyorum.”(52)

Hasan Âli Ediz

“Sen çocukları onlarla oyun oynamak istediğinde hatırlıyorsun, benimse hep aklımdalar ve şu anda perişan bir durumda olduklarını biliyorum.”(cilt I, 52)

Kip farkı ifadeyi nasıl da değiştiriyor. Ergin Altay yine fark yaratmış:)

Ergin Altay

“… Bir kez de ben çağırmalıyım onları yemeğe, seksen beş kapiklik bir sos yapmalıyım.” (204)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Bizim de onları çağırmamız gerekiyordu. Ben de seksen beş kapiklik bir sos yaptım, herkes çok beğendi.”(178)

Hasan Âli Ediz

“Benim de onları yemeğe çağırmam lazım geldi. Ben de onlara seksen beş kapiklik bir sos ikram ettim, hepsi pek beğendiler.” (cilt I, 209)

Romanda bu durum, geçmiş bir olayın anlatılışı şeklinde. İlk örnekteki kadın, çağırmalıyım diyor hala.

Ergin Altay

Karenina’nın yüksek sosyeteden olması…” (252)

Ayşe Hacıhasanoğlu

Karenin’in yüksek mevkide bulunması…” (229)

Hasan Âli Ediz

Karenin’in yüksek mevkiinden…” (cilt I, 260)

Ergin Altay’ın Karenin ismine eklediği o bir harf, Anna’yı iş yaşamına sokuyor ve hatta yüksek bir mevkiye getiriyor. Sanki paralel boyutta başka bir roman yazılıyor.

Ergin Altay

“Arabaya binip koru yoluyla köye gittim, senin beslemen bir kıza rastladım. …..Kız,…dedi.” (352)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Ormanda biraz oturdum, oradan köye geçtim, sütninene rastladım.” (339)

Hasan Âli Ediz

“Orada sütninene rastladım.” (cilt I, 366)

Ergin Altay

“Levin burada, köyde, çocukların her zaman cana yakın bulduğu Darya Aleksandrovna’nın yanında çocuksu bir neşeli ruhsal durum içine girmişti gene. Darya Aleksandrovna’nın onda pek sevdiği o çocuksu neşeli halini almıştı.” (363)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Burada, köyde, çocuklarla ve cana yakın bulduğu Darya Aleksandrovna’yla birlikte olmak, onu Darya Aleksandrovna’nın da özellikle sevdiği, o sık sık kapıldığı neşeli, çocuksu ruh haline soktu.” (352)

Hasan Âli Ediz

“Levin burada, köyde, çocuklarla ve ona pek sempatik görünen Darya Aleksandrovna ile o çocuksu neşeli hâlini almıştı.” (cilt I, 378)

Kimin kimi cana yakın bulduğu konusunda Ergin Altay yine yalnız kalmış. Karşı ekip ise çok güçlü, Hasan Âli Ediz, Ayşe Hacıhasanoğlu ve Tolstoy var.

“çocuksu bir neşeli ruhsal durum içine girmişti gene” de bonus tabi.

Ergin Altay

“Herkesin Mişka dediği Prenses Kalujski ile arasındaki ilişkinin aslı nedir?” (397)

Ayşe Hacıhasanoğlu

Hasan Âli Ediz

Burada ne mi var; Kalujski prenses değil prens. Kadın değil, erkek yani. Bunun için diğer çevirilere, orijinal metne bakmaya da gerek yok üstelik.  Ergin Altay bir önceki sayfada Prens Kalujski demiş zaten. Dahası bahsedilen kişinin erkek olduğu metinden de anlaşılıyor.

Ergin Altay

“… saf sığırtmaç İvan, kendi ailesini bir araya getirip bir kartel kurdu, sürünün ortağı oldu.” (447)

Ayşe Hacıhasanoğlu

Hasan Âli Ediz

TDK – Kartel: Tekelci sermaye piyasasında, birtakım ticaret, üretim kuruluşlarının, genellikle kazanma veya başka kuruluşlara karşı tutunabilme vb. amaçlarla aralarında kurdukları dayanışma birliği.

Saf sığırtmaç İvan’ın ailesiyle birlikte kurduğu “şey” kartel değil, artel. Küçük bir kooperatif yani. ‘Kapitalist kuruluş birliği’ nere, yoksul köylülerin dayanışma birliği nere. Olay tümden değişiyor burada, cümle artık ‘çeviri’ olmaktan çıkıp özgün bir hal alıyor. Peki okur metne müdahale mi istiyor?

Ergin Altay

“Oysa şimdi, kökleşmiş görüşleri tartışmaya değmeyecek kadar değersiz sayan, açık açık ‘Evolution’ ve yaşama savaşıdır yalnızca var olan, hepsi o kadar,’ diyen bir edebiyat içinde bulmuştur kendini.” (598)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“..ama şimdi eski görüşlerin tartışmaya değer bile görülmediği, sadece évolution, seçim, var olma mücadelesi gibi sözlerle yetinilen bir anlayışa düşüyorlar.”(611)

Hasan Âli Ediz

“..oysa şimdiki hazırlop edebiyatta eski görüşlerle tartışmak zahmetine bile katlanmıyorlar; yalnız évolution, doğal ayıklanma (ıstıfa), hayat mücadelesi gibi sözlerle yetiniyorlar, hepsi bu kadar.(cilt 2-46)

En sevdiklerimden biri var sırada:  Anna’nın gözleri ne renk?

Ergin Altay

“… yeşil gözleri…” (115)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“…gri gözleri…” (83)

Hasan Âli Ediz

“… gri gözleri” (cilt 1-115)

“duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini… İmza: Anna”

Göz rengi meselesi burada bitmiyor.

Ergin Altay

Avukatın kül rengi gözleri (478)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“…gri gözleri…” (481)

Hasan Âli Ediz

“… gri gözleri” (cilt 2-502)

Ergin Altay

Annuşka’nın çok açık mavi gözleri (941)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“…gri gözleri…” (983)

Hasan Âli Ediz

“… gri gözleri” (418)

Grinin elli tonu. Ne çare ki Ergin Altay gri rengi sevmiyor, yazar ne derse desin, kullanmak istemiyor.

Söylediğim gibi çoğu rastgele açılmış sayfalarda bulduğum hatalardı bunlar. Ayşe Hacıhasanoğlu çevirisinde hiç mi rastlamadım, rastladım. İki tanesi:

Ergin Altay

“Evet, kardeşim, kadın dediğin her şeyin üzerinde döndüğü bir burgudur.” (90)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Evet kardeşim, kadın, her şeyin üzerinde dönen bir vidadır.” (55)

Hasan Âli Ediz

“Kadın, üzerinde her şeyin döndüğü bir vidadır.” (cilt 1-88)

Ergin Altay burgu diyerek jüri puanını yine alıyor.

Ergin Altay

“Levin, genç kızın bu aydınlık bakışından onun Vronski’yi sevdiğini anlamıştı. Sözle söylenmişçesine kesin anlamıştı bunu.” (102)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Ve Levin, onun elinde olmadan parlayan gözlerinin tek bir bakışından Kiti’nin bu adamı sevdiğini, hem de bunu ona sözcüklerle ifade etmiş olabileceğini anladı.” (68)

Hasan Âli Ediz

“Levin, genç kızın gözlerinde elinde olmayarak tutuşan bu bakıştan, bu genci sevdiğini, hem de bu sevgisini sözle kendisine söylemiş kadar kesin olarak anladı.” (cilt 1-101)

Daha iyi bakan bir göz kim bilir daha neler bulur. Benim bile notlarım buraya alıntıladıklarımdan fazla. İlginç olan, Notos’un 62. sayısında yayımladığı En İyi 100 Çeviri listesinde Ergin Altay’ın Anna Karenina’sına yer verilmiş olması. 279 kişilik o jüride kimler, hangi nedenle bu çeviriyi seçtiler, anlamak güç.

Ama fikir vermiştir bu alıntılar, geçelim.

Bozuk/Düşük Cümle

Yeni bölümaşk bu kızılötesi yaralı müzesi hareket edemem bölümü. İş Kültür’ün genel olarak temiz bir iş çıkardığını düşünüyorum. Birkaç yerde ‘ne-ne’ kullanımında hataya rastladım, o kadar. Onlarla zaman kaybetmektense biraz beyin jimnastiği yapalım derim.

“Kadınların çirkin, basit erkeklere böyle bir şeye tutulduklarının çok olduğunu duymuştu.” (İletişim, 69)

“…dünyada kendini en yakın alayına, arkadaşlarına hissetmesiydi böylesine sevilmesinin nedeni.” (İletişim,252)

“Stepan Arkadyeviç, ağzını açmadan, yalnızca çeneleriyle esnedi.” (İletişim, 250)

“Şimdi köyde, her şeyden uzakta daha bir sık görmeye başlamıştı mutluluğunu.” (İletişim, 356)

“Atını, ağabeyinin beslemesi bir kadının kocası yaşlı arkadaşının evinin önünde bırakıp içeri girdi.” (İletişim, 369)

“Havayı dalgalandıran görkemli sesler duyulmaya başladı peş peşe: ‘Rab-bim-in-a-dı-kut-sal-o-la!” (İletişim, 579)

Dikkatli bir gözün, sayfalarla oynamayıp kitabı baştan sona okuyan bir gözün, daha fazlasını bulacağını düşündüğüm bu hatalarda, çevirmenin değil yayınevinin sorumlu olduğunu düşünüyorum. Çünkü Hasan Âli Ediz okuması sırasında benim yaptığım da metni bu tip hatalardan arındırmaktan başka bir şey değildi. Gerçi kim bilir ben neler bıraktım arkamda:) Canım onu da başka okurlar bulsun.

Kişi Ve Yer Adlarının Yazılışı

Şimdiki bölüm, ellerin ismini ezberledin de / bir benim adımı öğretemedim bölümü:

Yausk Köprüsü (İletişim,185)

Taleyran (İletişim,199)

Nijegorod garı (İletişim, 941)

Tver Bulvarı (İş Kültür,31)

Petersburg tren istasyonuna gitti (İş Kültür 78)

Bogolova İstasyonu (İş Kültür,130)

İyi ki Google var, iyi ki Google Maps var diyorum. Bu isimleri, o yerlerin isimlerinin bu hallerini haritada bulamayacaksak anlamı ne, diyorum.Köprünün adı Yausk değil, Yauza. Adamcağızın adı Talleyrand. Garın adı Nijni. Cadde Tverskaya Caddesi. Petersburg değil Moskova garından söz ediliyor. İstasyonun adı Bologoye olacak. Özen göstermek gerekmez mi?

Dipnot Bilgileri

Şimdiki bölüm, başka bir kültürün izlerini taşıyan, yabancı dildeki bir okumada, çevirmen rehberliğine en çok ihtiyaç duyduğumuz bölüm. Ve sen ki böyle tanımlanırsan Yakup bölümü:

Üç çevirmenin de dipnotları, aslında dipnot algıları birbirinden farklı. Ayşe Hacıhasanoğlu temiz ve dürüst çevirisine rağmen pek dipnot yanlısı değil. Eserde geçen Fransızca ve Almanca sözcüklerin tercümesini vermekle yetinmiş diyebilirim. Ergin Altay’ın dipnotları ise yer yer Hasan Âli Ediz’in dipnotlarıyla benzerlik gösterse de hem az hem hatalı. Dipnot bahsinde Hasan Âli Ediz meslektaşlarına açık ara fark atıyor.

Nasıl ve ne şekilde olduğunu örneklemek isterim.

– Stiva Oblonski, Levin, Korsunski, Nikolay Levin, Agafya Mihaylovna, Karenin, Yaşlı Prens Şçerbatski, Serpuhovskoy, Komisarov gibi karakterlerin kimlerden ilham alınarak yazıldığı bilgisine sadece Ediz yer vermiş.

-Petersburg ve Moskova’daki popüler kültür ortamına dair Ediz’in dipnotlarında çokça bilgi var. İnsanlar neler konuşuyor, Tolstoy’un bahsettiği şu kararname de nesi, dönemin öne çıkan kişileri (bankerleri, devlet adamları, sanatçıları vd.) kimler, mahkeme salonunda prizma ne arıyor, Rus düğün gelenekleri nasıl, aynı şekilde boşanma sistemi nasıl işliyor, hangi söyleyiş özelliği nasıl bir anlam içeriyor gibi bilgiler, şahsen bir okur olarak beni oldukça ilgilendirdi.

-Romanda geçen ve alıntı olduğu özellikle belirtilmeyen dize, şarkı sözü, bilmece gibi öğeleri sadece Ediz açıklamış. Sözgelimi romanda, “Şu ünlü bilmeceyi hatırlatıyor,” mu denmiş; döneme ait bir bilgi olan bu bilmeceyi Ediz veriyor. “Tula’da bir kral vardı, diye Fransızca bir şarkı tutturdu,” denmiş ya da. Bunun, Faust’ta, Gretchen’ın şarkısının başlangıcı olduğunu Ediz söylüyor. “Ben, oynak, yavuz atları, bazı belirtilerinden, sevdalı gençleri de gözlerinden tanırım,” cümlesi var mesela. Bu mısraların, Puşkin’in Anakreon’dan çevirdiği 55. Ode’den alınma olduğu bilgisi İş Kültür’de yok ama İletişim’de var. Ama bu dipnot araştırılarak değil kopyalanarak, üstelik yanlış kopyalanarak yazılmış gibi duruyor. Çünkü Ode (lirik bir nazım şekli, gazel) yerine oda denmiş. “55. Oda’dan alınma.”

-Tolstoy’un yaptığı kimi sözcük oyunları da dipnotlarda yer alıyor. Sadece Ediz’in yer verdiği bu oyunlardan bazıları şöyle: Vronski karakterinin Alman mimarla konuşurken, Rusça bir kelimeyi Alman aksanıyla söyleyişindeki sözcük oyunu, Maslov Katka adındaki sözcük oyunu ya da Tolstoy’un yevrey kelimesi yerine jid kelimesini kullanışına dikkat çekmesi, Tolstoy’un bilerek yanlış yazdığı Latince cümleyi belirtmesi, gibi.

“İki tekerlekli arabadaki siyah ata bakıp, içinden bu atın ancak bu arabayla gezinti için iyi olduğuna ve bu sıcakta, tek bir atla kırk verst gidemeyeceğine karar verip, alaycı bir şekilde gülümsedi.” Bu cümle için İş Kültür’de dipnot yok. İletişim, “Arabacı Fransızca ‘promenade’ (gezinti) sözcüğünü yanlış kullanıyor.”(770) demekle yetinmiş. Oysa “Arabacı, beylerin konuşmalarından kaptığı anlaşılan ve “gezinti” anlamına gelen Fransızca “promenade” kelimesini yanlış olarak kullanmakta, bu da metinde özellikle belirtilmektedir,” dipnotuyla, artık arabacı da okur için bir karaktere dönüşüyor.

-Bir diğer söz oyunu hem Ayşe Hacıhasanoğlu hem de Hasan Âli Ediz tarafından fark edilmiş, çeviri sırasındaki kelime tercihlerini de bu oyun çerçevesinde yapmışlar. “Benimle Kral arasında nasıl bir fark vardır? Kral denetim yapar, bundan kimse yararlanmaz. Ama ben denetim yaptım, üç kişiyi sevindirdim. (dipnot: Stepan Arkadyeviç burada bir kelime oyunu yapmaktadır; Rusçada “Ayırma”, “Boşatma” anlamına gelen Razvod sözcüğü, aynı zamanda “Denetim” anlamına da gelmektedir. Hasan Âli Ediz, 587)“Benimle hükümdar arasında nasıl bir fark var? Hükümdar teftiş yapıyor ve bunun hiç kimseye yararı olmuyor, oysa ben bir boşanma gerçekleştirdim, üç kişiye faydası dokundu. (dipnot: Tolstoy burada hem teftiş hem de boşanma anlamlarına gelen razvod sözcüğünü kullanarak sözcük oyunu yapıyor. Ayşe Hacıhasanoğlu, 565) Ancak Ergin Altay çevirisinde, şakalarıyla ünlü Stiva karakteri aracılığıyla yapılan bu oyun fark edilmeyip, razvod ilk anlamıyla kullanılmış : “Mareşalle benim aramda ne fark var?’ diye soracaktı. “Mareşal ayırıyor karı kocayı, hiç kimseye bir yararı dokunmuyor bunun. Oysa ben ayırdım, üç yararı oldu.” (Ergin Altay, 556 )

-Romandaki olay, kişi ya da yerlerin Tolstoy’un hayatındaki yansımalarına yine Ediz yer vermiş. Sözgelimi, Kiti’nin gittiği kaplıcanın Tolstoy’un abisinin tedavi gördüğü kaplıca oluşu, Vronski’nin annesinin tutumunun, kaynağını Tolstoy’un halasından aldığını, hatta Tolstoy’un bunu İtiraflar’ında da yazdığı, romanda numara yerine isim verilen tek bölüm olan “ölüm” ün, Tolstoy’un yaşamındaki karşılığı, Levin ve Kiti arasındaki defter alışverişinin Tolstoy ile karısı arasında da yaşanmış olması, hatta Levin’in evlilik teklifi sahnesinin, Tolstoy’la karısı arasında yaşananın aynısı olduğu bilgisi, yine sadece Hasan Âli Ediz’in dipnotlarında var.

-İş Kültür’ün diğerlerinden farklı tek dipnotu, “Başlıklarını değirmenin arkasına attılar,” cümlesinde var. Bu cümle Hasan Âli Ediz’de yok, Ergin Altay ise “mercimeği fırına verdiler” olarak almış.

-Schulze, Delitzsch ve Mühlhausen hakkında bilgi de yine sadece Ayşe Hacıhasanoğlu’nda var.

-Her üç yayınevinin de birleştiği ender dipnotlardan biri, Homyakov dipnotu. İş Kültür, Homyakov için Panislavist demiş ancak Homyakov Slavofil’dir, bu bilgi hatalı. İletişim hemen eli artırmış ve metinde “Bütün Yapıtları’nın 2. Cildi” ifadesini kullanmış. Ancak böyle bir toplu eser, toplu basım olmadığı gibi orijinal metinde de bu, böyle yer almıyor. Homyakov, gıyabında kitap çıkarıyor.

Üç kitaptaki dipnot karşılaştırmalarına dair notlarım, baktım şimdi, 62 taneymiş. Hepsini buraya almak mümkün değil, amaç da değil. Benim gibi dipnot zenginliğini çevirmende tercih sebebi olarak gören okurlar için aydınlatıcı (ve yeterli) olmuştur diye düşünüyorum.

Metindeki Edebi Değerin Korunması

Sıradaki bölüm edebiyatın haz boyutu, güzellik boyutu. Çevirmenin yazarı sırtlayıp, kendi dil ülkesinin güzelliklerinde gezdirme becerisi belki de. Bölüm adı her kuş bülbül olmazmış / her çiçek de gül Ayşe

Elbette bunlar kişisel düşüncelerimin, kişisel beğenimin yansımaları olacak. Hiçbir haklılık iddiam yok. Okurken iç çektiğim bazı paragraf ya da cümlelerde, Ayşe Hacıhasanoğlu’nun ne yaptığını merak ederek aldığım notlar bunlar. Ergin Altay’ı neden mi almadım. Bilmem?

Ergin Altay

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Ona söylesem mi? Ama şu anda mutlu olduğum için, içimde bir umut doğacak kadar olsun mutlu olduğum için de söylemeye korkuyorum ya zaten.”(41)

Hasan Âli Ediz

“Ona şimdi söylesem mi?. Şimdi mutlu olduğum için, hiç değilse umut mutlusu olduğum için söylemekten çekiniyorum.”(cilt 1-75)

Umut mutlusu benim kulağıma çok hoş geliyor.

Ergin Altay

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Küçük konuk odasının bir köşesine gidip kendisini bir koltuğa bıraktı. Tuvaletinin çok hafif olan eteği incecik bedeninin çevresinde bir bulut gibi yükseldi; güçsüzce bırakılmış zayıf, çıplak, tatlı genç kız eli pembe jüponun pililerinin arasında kayboldu; öbür elinde bir yelpaze tutuyor ve hızlı, kısa hareketlerle alev alev yanan yüzünü yelpazeliyordu. Ancak incecik bir otun üzerine biraz önce konmuş ve her an havalanmaya, gökkuşağı rengindeki kanatlarını açmaya hazır bu kelebek görünümünün aksine korkunç bir umutsuzluk yüreğini yakıyordu.”(110)

Hasan Âli Ediz

“Küçük misafir salonuna geçerek kendisini bir koltuğa attı. Tuvaletinin, havadan yapılmış gibi ince etekleri, incecik vücudunun çevresinde bir bulut gibi yükseldi. Dermansızca bırakılmış çıplak, zayıf, narin genç kız kolu, pembe jüponunun kıvrımları arasına batmıştı. Öteki eli ile bir yelpaze tutuyor, kısa, hızlı hareketlerle, yanan yüzünü yelpazeliyordu. Her ne kadar bu hâliyle, çimenlerin üzerine yeni konmuş, şimdi neredeyse havalanarak renkli kanatlarını açacak olan bir kelebeği andırıyorsa da, korkunç bir umutsuzluk yüreğini sıkıyordu.”(cilt 1-143)

Ergin Altay

(Dayanamadım, az önce Ergin Altay’a da baktım)

“Aleksey Aleksandroviç, alaylı bakışlar arasından geçerek, bir bitkinin ışığa yöneldiği gibi, kontesin sevgi dolu bakışına kaptırmıştı kendini, ona gidiyordu.”(656)

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Sıra sıra alaycı bakışlar arasından geçerek bir bitkinin ışığa doğru uzaması gibi o da doğal biçimde kontesin sevgi dolu bakışına gidiyordu.”(674)

Hasan Âli Ediz

“Aleksey Aleksandroviç çevresini kuşatan alaycı bakışların sıra dayağından geçerken, tıpkı bir bitkinin ışığa yönelişi gibi kendiliğinden, Kontes Lidya İvanovna’nın aşk dolu bakışlarına doğru çekiliyordu.” (cilt 2-109)

Ergin Altay

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Levin, yüreğinin daha hızlı atmaya başladığını ve gerilim içindeki işitme duygusunda birden sanki bir sürgü çekilmiş gibi bütün seslerin uzaklık ölçüsünü yitirip düzensiz, ama açık bir şekilde onu etkilemeye başladığını hissederek: -Gel, gel, Stiva! diye bağırdı. Stepan Arkadyiç’in ayak seslerini duydu, bunları atların uzaklardan gelen ayak sesleri sandı, üzerine basarak köklerini kırdığı bir saz kümesinin gevrek sesini büyük çulluğun uçuşu diye düşündü. Arkasında yakın bir yerde, ne olduğunu anlayamadığı bir de şapırtı duydu. Ayağını basacağı yeri seçerek köpeğe doğru ilerliyordu. –Tut!”(755)

Hasan Âli Ediz

“Buraya gel, Stiva, buraya!’ diye bağırdı ve birdenbire, zorlanan işitme duygusunun üzerinden âdeta bir sürgü kalkmış gibi, mesafelerin koyduğu sınırlamalardan kurtulan bütün sesler karmakarışık, ama olağanüstü bir durulukla kulaklarına gelmeye başladı. StepanArkadyeviç’in ayak seslerini duydu ve bunları uzaklardan gelen nal sesleri sandı; üstüne basıp, otları kökünden sökerek kırdığı bir saz kümesinin çıkardığı gevrek çıtırtıyı duydu, bunu havalanan bir su çulluğunun kanat sesi sandı. Arkasında, pek de uzak olmayan bir yerde bir şeye yoramadığı bir su şıpırtısı da duydu. Basacağı yeri seçerek köpeğe yaklaştı: ‘Aport!” (cilt 2-191)

Diğer cümlelerdeki berraklığın yanı sıra ve onlardan hiç de az önemde olmamakla beraber, tut kelimesi yerine aport’un kullanılmasının başlı başına önemli olduğunu düşünüyorum. Aport, avcılıkta kullanılan özel bir kelime ve anlamı “Avın veya kendisine gösterilen şeyin üzerine atılıp getirmesi için köpeğe verilen buyruk sözü.” Tam yerinde kullanılmış.

Ergin Altay

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Bu arada yatağın ayakucunda Lizaveta Petrovna’nın becerikli ellerinde, daha önce hiç olmayan, kendisine verilen hakla ve önemle yaşayacak ve kendisine benzeyen döller yetiştirecek bir insanın hayatı kandildeki alev gibi sallanıyordu.”(929)

Hasan Âli Ediz

“Bu arada da yatağın ayakucunda, Lizaveta Petrovna’nın becerikli elleri arasında, o ana kadar mevcut olmayan bir insanoğlunun hayatı, bir kandil alevi gibi titreşiyordu. Bu insanoğlu şimdi kendisine verilen aynı hak ve aynı önemle yaşayacak ve kendisi gibi döller yetiştirecekti. (cilt 2-366)

Ergin Altay

Ayşe Hacıhasanoğlu

“Ve Anna’nın okuduğu kaygılarla, aldatmalarla, dertlerle, kötülüklerle dolu kitabı aydınlatan mum, her zamankinden daha parlak ışıldayarak daha önce karanlıkta kalan her şeyi aydınlattı, çıtırdamaya başladı, sönmeye yüz tuttu ve sonsuza dek söndü.” (999)

Hasan Âli Ediz

Anna’nın, okumakta olduğu, üzüntülerle, aldatmalarla, acılarla, kötülüklerle dolu kitabı aydınlatan mum, her zamankinden daha parlak bir ışıkla parladı, Anna için eskiden karanlıkta kalan her şeyi aydınlattı, sonra, titremeye, kararmaya başladı ve ebedî olarak söndü.” (cilt 2-434)

Yabancı Dildeki Cümlelerin Yazımı

Son bölümü kitapta sıkça geçen Fransızca cümlelerin yazımına ayırdım. Bunu, yayınevi tutumu olarak değerlendiriyorum. Bu eserleri sadece benim gibi Fransızca bilmeyenlerin okuduğunu düşünmediğim için de bu hataları okura saygı olarak algılıyorum. Bölüm adı Mang Wani Mplulele.

-On cublie la Patti pour elle (693) cublie değil oublie

-Allons, c’est curicux (736) curieux.

-mais à ce ponit (760) point

-İl est tres gentil et naif (779) Il .. très..naïf

-Mais il ne faut pas laisser le pauvre Veslovski et Tuşkeviç vont se morfondre là dans le batenau. (782) vont yok, son kelime de bateau.

-Cela n’est pas un pisaller. (788) pis-aller

-Passer pardessus (789) par dessus

-Mais pardon, il est un peu toque (795) toqué

-Donnez lui main (919) la main

-Chambres garneis (930) garnies

-Je me fais coiffeur par Tyutkin (947) coiffer

Anna Karenina pdf olarak bana geldiğinde, içinde bundan da çok hata vardı. Bir kısmının taramadan (Cem Yayınevi baskısı optik okuyucu ile taranmıştı) kaynaklandığını düşünsem de (sorte! sortel olarak çıkmış mesela ya da rien, ricn olarak), gayet yanlış yazılmış kelimeler de içeriyordu, une yerine un yazılması gibi. Aksan işaretlerinin de çoğu eksikti. Fransızca bilmediğim için gördüğüm her kelime ya da cümleyi Google translate aracılığıyla çözmeye, düzeltmeye çalıştım önce. Ama bu yeterli olmadı ve yayınevi aracılığıyla bir bilenden yardım istedim. Ertesi gün dokümanım hazırdı ve sorun çözülmüştü.

Merak ettiğim, dün bir bugün iki amatör bir son ütücü olarak benim bile yapabildiğim bu şeyi İletişim neden yapamıyor? İş Kültür yapıyor (onların da birçok Fransızca cümlesini kontrol ettim ama bir hata bulamadım), İletişim neden yapamıyor?

Yazım yanlışları, noktalama işaretlerinin kullanımı ya da yazım tercihleri gibi alt başlıklarda aldığım notlar da var. Ancak bunlara yer vermeyi gerekli görmüyorum. Zor bir iş ve anladığım kadarıyla hata mutlaka kalıyor. Yayınevlerinin tekrar tekrar okuma yaptırması bir çözüm olabilir ancak. Hâlihazırda redaksiyon yapan birçok insan olduğu gibi bu niteliğe haiz birçok okur olduğuna da inanıyorum. Bu iş için vereceği paraya acımazsa yayınevleri, hem mümkün olduğunca hatasız kitap çıkar hem de birçok insan gelir elde eder, diye düşünüyorum.

Sonuç olarak, Anna Karenina’ya ‘alıcı göz’le, okur gözüyle baktığımda en başarılı bulduğum çevirmenin Hasan Âli Ediz olduğunu açık yüreklilikle söyleyebilirim. Zaten ona, onun cümlelerine güvenmeseydim, kolay kolay bu karşılaştırmalara girişemezdim sanıyorum. Ayşe Hacıhasanoğlu’nun (ve onun nezdinde) İş Bankası Kültür Yayınları’nın da yeterli, temiz, iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum, söylediğim gibi dipnotlar ve edebi lezzet hariç. Ergin Altay ve İletişim yayınlarının bu kitapta çıkardığı iş hakkındaki düşüncelerim ise yukarıdaki notları okuyan sizlerden farklı değil. Ha peki, çevirmeni iyi de, Yordam Edebiyat’ın Anna Karenina baskısı nasıl.  En zayıf yönünün kapağı olduğunu düşünüyorum. Bir insan bir kapağı ne kadar sevmeyebilirse o kadar sevmedim. Tek tesellim, rafta duracak ve ben kitabın sırtını göreceğim sadece.

Bitirirken, zahmet edip bu yazıyı okuyacak kadar meraklı ve dikkatli tüm okurları karşılaştırmalı değerlendirme yazıları yazmaya çağırıyorum. Belki yayınevlerini daha iyi işler yapmaya teşvik edebiliriz bu sayede. O bayıldığımız edebiyat için, okuma tutkumuz için. Diyorum ya, biz bize kaldık.

Yazan: Dilan Keyvan

Kaynak: okunasıkitaplar

Bunları da Sevebilirsiniz

Kendine çarpan küçük kız O an çarparak kendi dönen dumanında Çırpınışı çünkü son arı kuşunun Yaşamın sökük ipliğinde Oyalanıyorum Neden sökülmüş neden Ve görkemli dizeler yazsam belki Yardımcı olamaz argın kimliğime Su titrek hep, Göğ antik çağ’da kalmış gözümde Toprağı bulamıyorum Tanrı’m Bu yüzden kahve rengini seviyorum. Tozuttu o zihin savurdu beden atomlarını, damıttı deliliği …

Share

Havuzun yanında oturuyorum. Fıskiyesinden sıçrayan damlalar üstümdeki gömleğin sırtını ıslatıyor. Ama o ki; bunu hissedemeyecek kadar uzağım âna, varlığıma, herhangi bir varlığa. Burnuma bir susam helvası kokusu vuruyor işte tam o sırada. Evde yalnızım, diyorum. Kim kavuracak bu helvayı şimdi? Arada bir rüzgâr vurdukça koku dağılıyor aslında ama ayırt edemiyorum ki. Fakat yine de bırakıyorum …

Share
Önceki / Previous İlkyaz's New Issue Is Lıve!
Sonraki / Next PEN Journey 40: The Role of PEN in the Contemporary World