Pablo Neruda, büyük acılarla; şiddet, kayıp ve ölümlerle; yoksulluk, sömürü, baskı ve askeri darbelerle dolu bir coğrafyada; Latin Amerika’da doğup büyüyen, orada ve dünyada yaşanan toplumsal dramların insanlarda bıraktığı etki ve sarsıntılara yakından tanıklık eden; o acıları yüreğinin derinliklerinde duyumsayarak, şiirlerinde etkili dizeler halinde dillendiren büyük bir şair. Neruda’ya göre, dünya, hatta tüm evren kanayan bir yerdir; insan binlerce yıldan beri hep acılarla kuşatılmıştır: Acılardan daha büyük bir yer yoktur Bir tek evren var, o da kanayan bir evren.
12 Temmuz 1904’te Şili’nin Parral şehrinde demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelen Nobel ödüllü yazar Pablo Neruda, annesini çok küçükken kaybetti. 13 yaşındayken yerel La Manana gazetesine makaleler yazmaya başladı. Asıl adı Neftali Ricardo Reyes Basolato olan şair, 1920’de Selva Austral isimli bir edebiyat dergisinde “Pablo Neruda” adını kullanarak edebi metinler, şiirler kaleme almaya başladı. Bu takma adı Çek şair Jan Neruda’nın eserlerini büyük bir beğeniyle okuduktan sonra seçmişti. Takma isim seçmesinin bir başka sebebi ise babasının edebi gayretlerine olan karşıtlığıydı. İlk kitabı La cancion de la fiesta’yı (Festival Şarkısı), henüz 17 yaşındayken; 1921 yılında yayımlayarak edebiyat dünyasına adım attı. Bu kitabı 19 yaşında yayınlanan Crepusculario yani Alacakaranlık izledi
Derin duygularla yazılan bu şiirlerde, insana özgü evrensel bir duygu olan aşkı bütün hüznüyle, ayrılık acılarıyla ve şaşırtan mutluluk kıvılcımlarıyla işliyordu genç Neruda. 20 yaşında kaleme aldığı “Bu Gece En Hüzünlü Şiirlerimi Yazabilirim” başlıklı şiirinde şöyle yazmıştı:
Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Duymak yitirdiğimi, ah, daha neler neler
Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi
Çimenlere düşen çiy yazdığım bu dizeler
Yürek zor katlanıyor onu yitirmelere
Uzaklarda birinin söylediği türküler gibi…
Bu ince duyarlılıkları, yürek kıpırtılarını dünyanın her yerindeki genç okurların da içinde duyumsatabilmesi, onun olağanüstü bir başarısı olarak gösterilmektedir. Neruda şiirleri çevirmenlerinden Sait Maden’in, 14.10.2004 tarihli Cumhuriyet Kitap’taki yazısında bu yapıtla ilgili önemli tespitleri yer alır: “Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı, Neruda’nın ilk gençlik ürünlerinden. Neruda adını ilk duyuran, ama olağanüstü genişlikte duyuran bir yapıt. Hem kendisinin hem de çağdaş ozanlardan birçoğunun pek az yapıtı bu incecik kitabın yaygınlığına ulaşabilmiştir.(…) Nereden geliyor bu başarı? Neye dayanıyor? Bunca yıldır Latin Amerika’nın bütün kentlerinde, okul çevrelerinde olsun, arkadaş toplantılarında, meyhanelerde, fabrikalarda, çiftliklerde, haciendalarda olsun okunup durmasındaki giz ne?
Çok açık: Neruda, daha yirmisindeki o çırak ozan, bu küçük kitapta kendi yürek çırpıntılarını açıklamaya çalışırken, farkına varmadan, her çağdaki, her toplumdaki ilk gençlik çırpıntılarını da anlatmıştı. Ve kendi büyük şarkısının temellerini atıyordu bu şarkılarla. Zamanla kendi şarkıları olmaktan çıktı bu şarkılar, herkesin gönlüne, herkesin özlemlerine, tutkularına uygun bir kimlik kazandılar. Temel bir gerçeği kavramıştı Neruda: Aşkın mutsuzluğunu. Aragon’un ‘Il n’ya pas d’amour heureux’ şiirindeki gerçeği. ‘Sevenler bahtiyar olmaz’ diyen Türkçe şarkıdaki gerçeği. Ve bunu, süssüz, dolambaçsız, içtenlikli bir sesle söylüyordu.”
Edebiyat tarihine izini erken yaştan bırakmaya başlayan Pablo Neruda’nın 19 Yaşında yayımlanan ilk şiir kitabı Crepusculario yani Alacakaranlık’tan ilk kez Türkçe’ye çevirdiğimiz iki şiirini paylaşıyoruz sizlerle:
Water, Asleep
Translated by William O’Dally
I want to leap into the water, to fall on the sky
Suyun Uykusu
Çeviren: Ege Dündar
Suya dalıp, semaya düşmek istiyorum
I Am Afraid
Translated by William O’Dally
I’m afraid. The evening is gray and the sadness
of the sky opens like the mouth of a corpse.
My heart has a weeping of princess
forgotten at the bottom of a deserted palace.
I’m afraid. And I feel so tired and small
that I reflect the evening without meditating on her.
(In my sick head a dream may not fit
just as a star has not fit in the sky.)
Even so a question exists in my eyes
and there is a shout in my mouth that my mouth doesn’t shout.
There’s no ear on earth that hears my sad bemoaning
abandoned in the middle of the infinite earth!
The universe dies from a calm agony
without the feast of the sun or the green twilight.
Saturn agonizes like a sorrow of mine,
Earth is a black fruit that the sky bites.
And through the vastness of the emptiness go
blindly the evening clouds like lost boats
that would hide broken stars in their holds.
And the death of the world falls over my life.
Ürküyorum
Çeviren: Ege Dündar
Ürküyorum. Akşamüstü gri ve gökyüzünün hüznü
Aralanıyor bir cesedin ağzı gibi.
Gönlümde, terk edilmiş bir sarayın tam ortasında
Unutulan bir prensesin hıçkırıkları var.
Ürküyorum.
Ve o kadar yorgun ve ufak hissediyorum ki
Ona saplanmadan düşünüyorum geceyi.
(Bezgin bilincime bir düşü sığdıramamak
Semaya sığmayan bir yıldız gibi)
Yine de bir soru var gözlerimde
Ve bir haykırış ağzımda, haykıramadığı ağzımın.
Yeryüzünde bir çift kulak yok ki kederlenişimi duyan
Uçsuz bucaksız yeryüzünün ortasında terk edilmiş olan!
Evren can veriyor sükunetli bir ıstıraptan
Güneşin ziyafeti veya alacakaranlığın zümrüt yeşili olmadan
Satürn de ıstıraplı kimi kederim gibi benim
Ve yeryüzü kara bir meyve sanki gökyüzünün dişlediği.
Ve boşluğun enginliğinde, açılıyor akşamın bulutları
Kayıp teknelerin körlüğüyle sanki
Saklayarak hangarlarında kırgın yıldızları
Ve cihanın eceli çöküyor üzerine hayatımın
Kaynakça: Pablo Neruda’nın Zamana Tanıklığı, Oggito, Hülya Soyşekerci, 21 Aralık 2017