Kaynak: Keçiedebiyat

Kültür sanat gazeteciliğinin önemli isimlerinden Gülenay Börekçi ile edebiyat alanındaki yazılarıyla tanınan editör Halil Türkden, yeni medyanın sunduğu olanaklardan edebiyat ve medya ilişkisine kadar pek çok başlığı tartışıyor.

Halil Türkden: Yeni medya, edebiyatın seyrine nasıl müdahale ediyor ya da nasıl dahil oluyor? Sen hem geleneksel hem de yeni medya araçlarını kullanan biri olarak nerede duruyorsun?

Gülenay Börekçi: Dr. Jekyll ve M r. Hyde gibiyim. Gündüzleri ofisteyim, akşamları da bloğu yapıyorum. Egoist Okur’u oluşturmam biraz mecburiyettendi. O dönemde, çoğu gazetecinin bildiği gibi tensikatlar oluyordu kurumda, bir anda 200 kişi işten çıkarılabiliyordu. Bu nedenle yapacak başka bir iş gerekliydi. Egoist Okur böyle bir can simidi olarak doğdu, sonra da başlı başına bir dergi haline geldi.

Saf ve Düşünceli Romancı adlı kitabında Orhan Pamuk, harikalar odası diye bir şeyden bahseder. Rönesans Avrupa’sında yaşayan insanların evlerinde, o güne kadar yaşadıklarının, yaptıkları her şeyin kaydını tuttukları birer oda varmış. Seyahate giden birinin deniz kabuklarını toplayıp kavanoza koyması ya da okuduğu kitapların bir köşede durması gibi. Ben de Habertürk’te gazetecilik yapıyorum, ofisim var, ama blog benim harikalar odam; iyi kötü okuma deneyimlerimi paylaştığım bir yer.

Yeni medya yeni kaçış noktası mı?IMG_6579-e1414065582170

HT: Yeni medya mecraları bir kaçış noktası gibi. Yeni medyayı tartışırken öncelikle onu tanımlamalı, nasıl ifade edeceğimizi düşünmeliyiz. Yeni medya, sosyal medya, dijital medya, sanal dünya… Bu değişim ve dönüşüm beraberinde dilimize yeni kelimeler, yeni kavramlar getirdi. Bu kavramları birçok şeyin yerine kullanabiliyoruz; aslında açık bir tanımı yok, ama dünyayı ele geçiren kavramlar bunlar.

Geleneksel medya olarak adlandırdığımız radyo, televizyon, gazete, dergi gibi araçlar kayıp gidiyor mu, nereye gidiyor? Bu soru özellikle iletişim kuramcıları ve kullanıcıları tarafından sıklıkla soruluyor. Bunun cevabı yeni medyanın ne kadar yeni olduğunda saklıdır. Yeni medya ne kadar yeni ki? Teknoloji bağlamında, bir yenisi çıktığında diğeri eski oluveriyor. Fotoğraf çıktığında, resim ölecek mi denildi, ama ölmedi. Televizyon çıktığında, sinema ölecek mi diye soruldu, ama ölmedi, çok daha iyi bir yere geldi. Bu nedenle medya gibi karmaşık yapılarda, tanımı ve çerçeveyi iyi bilmek gerekiyor.

Sosyal medya platformları içinde yazılı içeriğin yayınlandığı en etkili yerlerden biri bloglar. Senin de uzmanlaştığın bir alan blog âlemi. Geleneksel olarak ele alabileceğimiz gazete ile blog arasında biçim ve kullanışlılık anlamında ne gibi farklılıklar ortaya çıktı? Egoist Okur’un sana getirdiği fırsatlar ve yeni yöntemler nelerdi?

GB: En basit ve en açık olandan başlarsam, dijital ortamda multimedyayı kullanabiliyorum. Sadece resim ve fotoğraflarla değil; videoyla, ses kayıtlarıyla, akla gelebilecek bir sürü öğeyle destekleyebiliyorum. Gazetede olmayan bir fırsat bu… Televizyonda sunulan bir multimedyayı, gazetede yayımladığım yazıyı blogda aynı anda, aynı kompozisyon içinde kullanabiliyorum.

İkincisi, yeni medyada korkunç bir hız kazanıyorsunuz. Bu gece okuduğunuz kitabın yazısını o gece yazıp siteye koyabilirsiniz. Size gönderilen bir yazıyı anında yayımlayabilirsiniz.

Ayrıca, Egoist Okur’a başladıktan sonra internetin ayrı bir dili olduğunu öğrendim. Gazete ya da dergiye yazdığım gibi yazamazdım, yazsaydım da büyük olasılıkla okunmazdı. Dolayısıyla, bu dili keşfetmek gerekiyordu. İnternet dilinde, daha bireysel yazılar yazmak gerekiyor. Çünkü doğrudan iletişim kurmak istediğin, buna çoktan hazır olan bir kitle var. Ben onlardan hiçbir deneyimimi gizlemiyorum, hatalarımı da, okuduğum bir kitapla ilgili duygularımı da… Onlar da bana mektup yazıp, uyarılarını ve düzeltilerini paylaşabiliyorlar.

Yeni okuma biçimleri

HT: Yeni medya ve edebiyat ilişkisine bakıldığında, biraz da okuma kültürünü irdelemeliyiz. Haberlerin spot metinlerinin bile okunmadığı bir zamanda yaşıyoruz. Özellikle Twitter kullanımında, paylaşılan haberin linkine tıklamadan, haberi okumadan o haberin değerlendirildiği, paylaşıldığı görülüyor.

Edebiyatın medya üzerindeki etkilerine bakıldığında, farklı okuma biçimlerini ortaya çıkardığı görülebilir. Örneğin, son yıllarda diziye ve filme uyarlanan edebiyat eserleri var. Bu eserleri yeniden gündeme getiren, okutan ve üzerine tartıştıran çalışmalar bunlar. Sonuç aslında yine aynı. Araç eski; ama içerik anlamında yeni işler yapılırsa, geleneksel medyada da yeni okumalar yapılabilir.

GB: Bu derece iyi uyarlamalar, çalışmalar var elbette, ama yapılan işin sürekliliği olması gerekiyor medyada. Örneğin, bloglar ve sosyal medyada bu sürekliliğin gerekliliği açıkça görülebilir. Milyonlarca blog var, ama çok azı sürekliliği olan, okunmaya değer işler. Zamanla elenecekler, zamana dayanamayacaklar olacaktır onların içinde de.

Örneğin, çok güzel dergiler var. Ancak bunların büyük bir kısmı Notos’u, Milliyet Sanat’ı taklit eden dergiler. Milliyet Sanat’ta okuduğun bir röportajı, “yeni” diyerek yayımlanan bir dergiyi, fanzini açtığında, orada da görebiliyorsun. Daha özgün içerik ve temalara ihtiyacımız var gibi. Belki sırf polisiye roman dergisi ya da sırf şiir dergileri çıksa daha verimli olabilir. Fanzinler, dergiler bağımsız birer yayın organıysa, içerik olarak da bağımsız ve özgün olmalı.

IMG_6568-e1414065428643Yeni medya, yeni sorunlar

HT: Yeni medya ve edebiyatla ilişkimiz bağlamında, getirdiği fırsatları geride bırakırsak; yeninin ne gibi sorunları olabiliyor? Bir blog kurucusu ve yöneticisi olarak sana ne gibi sıkıntılar doğurdu?

GB: Teknik olarak bihaberdim başlarken. Birçok şeyi bloğu yaparken öğrendiğim için, önemli sorunlar yaşadım. Bunlardan en korkuncu, bir defasında yaşadığım hacklenme girişimi olmuştu. Öte yandan, yardımsever okurların Facebook ve Twitter’dan verdiği destekle bu durumların içinden çıkmayı başarmıştım. Bu tarz saldırılar, yeni medyanın güvenlik tehditlerinden. Bu yardımlaşma ve dayanışmanın, iki gazete arasında olması çok zor; çünkü maddi bir rekabet var. Ama internette bir anda birlik ve beraberlik oluşabiliyor.

HT: İnternet yayıncılığında bu tür saldırıların dışında bir de telif ve paylaşım sorunlarıortaya çıkabiliyor. Korsan yayıncılığın “dijital korsanlık” gibi bir dönüşüm yaşadığını, artık kitapların PDF formatında serbest paylaşıma açıldığını görebiliyoruz. Bu, yayıncıdan yazara, matbaadan sanatçıya işin ucundan tutan herkesi zedeleyen bir kullanım.

Dijitalleşmede işler bu kadar korsanlaşırken, içeriğin özgünlüğü daha da önem kazanıyor. Aslında, hem basılı mecrada hem dijitalde can alıcı olan, içeriktir. Bir kitabı dijital olarak yayımlamak, e-kitap olarak pazarlamak en kolay işlerden biri. Ama basılı bir kitabı PDF formatına dönüştürüp, hiçbir değişiklik yapmadan yayımlamak, sorunlu bir yayıncılığı beraberinde getiriyor. Basılı bir kitapta ya da dijital bir dergide, e-kitapta, içeriğin, biçimin aurasına ve doğasına uygun hale getirilmesi gerekir.

GB: Kullanım anlamında olumlu gelişmeler olacağını düşünüyorum, o konuda umutluyum. Ama önemli taraflardan biri de, geleneksel olanın, gazete ya da dergilerin, bloglarla, dijital ortamlarla işbirliği içine girmesidir. Birbirlerini taklit etmekten çok, bilgi ve birikim paylaşımı verimli olacaktır. Dünyanın en prestijli ödüllerinden biri olan, Amerika’da gazetecilik, müzik, edebiyat gibi alanlarda verilen Pulitzer Ödülü’nü, iki yıl önce bir blog almıştı. Bu oradaki dayanışmanın sonuçlarından biridir.

HT: İtalyan şair Marinetti’nin Fütürist Manifesto’sunda, Vertov’un kamerayı elektronik bir göz olarak görüşünde ya da Brecht’in radyoyu çift yönlü düşünmesinde olduğu gibi, 1900’lerin başından bu yana, hepsinde yer alan aynı umut duygusu, sanatın toplumla buluşması, yeni medya ve edebiyat ilişkisinde gerçek olacaktır. Yeni medyanın en önemli farklarından biri de bu belki de. Sanatı, edebiyatı eşit derecede herkesin kullanımına açması…

Bunları da Sevebilirsiniz

Kapının kolunu zorlamadan, anahtarın peşine düşmeden dört duvarı tırnaklarınıza yok eden sonra kapıya dayanıp dilenen biz insanlara dilenmeyi de domuzlar öğretti. Biz ne dinlendiğini bile bilmeyenler kandırabilseydik kendimiz anahtarı paspasın altına indirirken domuzların kiri, pası paspasın altına ittiğini görür, kokusuna alışırdık. Nasıl olsa alıştık onca şeye, bir koku mu bizi kendine getirecekti? Biz adalet diye bağırırken adalet için savaşanları soğuk sulara bırakmadık mı, biz yoksulluk diye haykırırken onca şeyi ziyan etmedik mi, biz …

Share

1975 yılında, Paris’e göç ettikten kısa bir süre sonra Milan Kundera   « Milan Kundera est né en Tchécoslovaquie. En 1975, il s’installe en France. » (Milan Kundera Çekoslovakya’da doğdu. 1975’te Fransa’ya yerleşti.)   Kitaplarında biyografisini yalnızca bu iki sade cümleyle sınırlı tutmuştu Kundera. Biyografileri sevmezdi, ona göre romancı kendi evini yıkıp parçalara ayırarak aynı …

Share
Önceki / Previous FEATURE: DECIPHERING THE GHOST OF JACKSON C. FRANK
Sonraki / Next Yolculuk / Journey