Kudret Kuruçay’a ithaf edilmiştir. 

Bir eylül ikindiüstünde bir hesap açmak için bankaya gelmişti Murat. Bankadan içeri girdi ve durup gözleriyle sıra fişi makinesini aradı. Aradığını bulunca ona doğru yöneldi. Fişi alacağı makinenin önünde ekranda işlem yapmak için ekrana bakarken makinenin yanında duran bankanın güvenlik görevlisi ona yardımcı olmak için sorular sorup buna göre komutlar veriyordu. Bankalardaki güvenlik görevlilerinin ona yardımcı olmaları Murat için mutluluk veren bir durum olmuştu hep. “Ne kadar tuhaf bir durum,” dedi içinden bu mutluluk duygusu karşısında. Banka işleri hep zor ve sıkıcı gelmişti ona, ancak güvenlik görevlileri onu bu zorluktan ve bilinmezlikten kurtarıyorlardı her seferinde. Çoğu zaman kendisi daha yardım istemeden yapıyorlardı bunu, tıpkı şimdi olduğu gibi. Sağ olsunlar! Genelde “bilmemek mutluluktur” denilir ancak Murat için buradaki bilinmezlik büyük bir mutsuzluk kaynağıydı. Bu sırada işlemini bitirip fişini aldı ve görevliye teşekkür etti.

 

  • Rica ederim.Yukarı kata çıkın, sizin işleminiz orada yapılıyor.

 

  • Öyle mi? Teşekkürler!

 

Adam tebessümle başını salladı rica ederim mahiyetinde. Murat merdivenlere doğru ilerlerken telefonu çaldı. Arayan kuzeni Mahir idi. “İşle ilgili bir durum için arıyordur, çok önemli değildir, çıkınca ararım” diyerekten telefonu sessize aldı. Murat, amcası ve onun oğlu Mahir ile birlikte aynı mimarlık ofisinde çalışıyordu. Ailede üç tane mimar olunca onlar da aile şirketi olmanın daha mantıklı olduğunu düşünmüşlerdi. Merdivenleri çıkıp ikinci kata gelip ağır ağır oturma yerlerine doğru ilerlerken gözleriyle içeriyi süzdü. Çok sakin bulmuştu bankayı. İkinci kat da alt kat gibi sakindi. Bu durum mutlu etti onu, yanılmamıştı çünkü öngörüsünde. Daha sakin olur diye bu saatte gelmişti zaten bankaya. Kapanışa yakın bir saatti ancak ona göre işi o kadar uzun sürmezdi zaten. Yanılmamanın verdiği etkiyle rahat tavırlar ve zaferane bir  yüz ifadesi ile oturup telefonu ile ilgilenmeye başladı. “Buraya kadar hallettim çok şükür. Az kaldı. Bu işi de bitirip hemen gideyim buradan,” diye düşündü. Akşam arkadaşlarıyla önce yemeğe, oradan da bir eğlence mekanına gideceklerdi. Hem arkadaşlarıyla “takılmak” olmasa bile, zaten banka işlerini oldum olası sevmiyordu. Şirketteki banka işlerini de genelde Mahir görüyordu. Kafasını telefondan kaldırdı ve etraftaki ofis bölmelerine baktı. Bölmelerin yarısından fazlası boştu. “Nerede bu bankacılar?  İş yapmadan para mı alıyorlar bunlar?” diye söylendi içinden. Her seferinde bu durum dikkatini çekiyordu. Bu kadar kişinin aynı anda olmaması tesadüf değildi herhalde ona göre. Bu düşüncelerden sonra sonra telefonu ile ilgilenmeye devam etti. Bir yanındaki oturma yerinde bir kadın oturuyordu. Kadın, Murat’ı uyardı:

  • Beyefendi sizin sıranız galiba!

Murat yapması gereken bir şeyi unuttuğunu fark etti ve “Sıraya bakmayı unutmuşum be!” dedi  içinden. Daha sonra dizinin üzerine bıraktığı fişe baktıktan sonra ofislere doğru göz gezdirdi. Müşteri olmayan bir ofis gördü. İşini sağlama alıp ofisin üzerindeki dijital ekrana baktı ve kendi sıra numarasını gördü.Sonra gülümseyerek kadına döndü:

  • Evet benim sıram, teşekkür ederim abla.

Kadın rica etti ve Murat kalkıp ofise doğru ilerledi. Ofise gelip Müge’yi görünce kısa bir şaşkınlık yaşadı.

  • Aa! Merhaba Müge!

 

  • Merhaba Murat!

 

                                                                     (+,+):*      

 

(+)

Uzun bir aradan sonra seni görmek… Hiç değişmemişsin. Açıkçası sana karşı hiçbir zaman aşk duygusu beslemedim. Ancak ara ara aklıma geliyorsun. Bu aklıma gelişlerin yoğun ve derin duygular hisettiriyorlar bana. Aklıma gediğin anlarda ne mi hissediyorum? Tuhaf duygular kısaca, benim hiç alışık olmadığım hem de. Çünkü bu duyguları karakterinde sorun olanlar, benim hiç sevmediğim özellikleri taşıyan insanlar yaşar gibime geliyor. Biz ikimiz amiyane tabirle “ayrı dünyaların insanıydık” açıkçası, farklıydık. Hani farklı olmak sorun değil. Farklı olmak en sağlıklısı zaten bence. Ancak belli bir seviyeyi aşmış farklılık sorun kaynağıdır  bana göre. Mutlak bir doğa yasası gibi… Tabii seni ilk tanıdığım dönem ve  beraberliğimizin ilk zamanlarında farkına varmamıştım bu farklılık seviyesinin. E tabii sonraki süreçte uyarı zili çaldı bende. Ancak işte asıl konu burada başlıyor. Ben seninle birlikteyken hayatımda hiç yaşamadığım türden bir durum yaşıyordum. Çok mutlu ve huzurlu hissediyordum! Bu da neydi böyle? Ne yaşıyordum Allahım? Bu ilişki uyumsuzdu ve sürmemesi gerekiyordu teknik olarak ama oluyordu! Hem de yepyeni ve mükemmel bir deneyim olarak… Biliyordum bir yerde arıza verecekti “malumun ilamı” olarak. Her gün, her an bunu bekledim ama olmadı. Şimdi her aklıma geldiğinde içimde bir huzur, rahatlık ve mutluluk duygusu oluşuyor. Ama bunların yanında çok büyük bir utanç duygusu da hissettiriyor bana. Neden mi? Çünkü sanki seni kullanmışım ve bunun yanında kendi ilkelerime ters işler yapmışım gibi bir his oluşuyor içimde. Birçok olacağı bildiğim halde sırf kendi tatminim için bu ilişkiyi sürdürmüşüm gibi geliyor. “Bu bana yakışmazdı!” diyorum. “Nasıl yaptım? Nasıl devam ettirdim bunu? Nasıl aklına geldiğinde böyle mutlu hissedersin?” diyorum kendime. Ancak daha sonra beni rahatlatan düşünceler geliyor aklıma. Çünkü bence sen her şeyin farkındaydın ve devam ettirmiştin sende farkında olarak bir şeylerin. Tabii benim kişilik konusundaki idealist ve katı duruşum kendimi suçsuz hissetmeme engel oluyor. “Hayır! Az veya çok sende de suçluluk var,” diyor bana. İşte bunlar gibi olumlu ve olumsuz duygular arasında bir tekne gibi sallanıyorum, dalgalanıyorum. Arkadaşlarım seninle birlikteyken “Nasıl yani?” der gibi bakıyorlardı, soruyorlardı. “Sen nasıl bu tarzda biriyle olursun?” diyorlardı. Eminim senin o her alanda daldan dala, zevkten zevke koşan arkadaşların da böyle düşünüyordu benim hakkımda. Ama bunun yanında onlar tam “evlenilecek kız” gözüyle de bakmışlardır bana. “Daha yirmi dokuz yaşındasın oğlum!” gibi cümlelerle “daha vakti değil” demeyi ima etmişlerdir. Ancak sen benimle geçen dört  ay boyunca kendine gem vurdun hep. (Allahım dört  ay! İkinci ayın başında artık bu işin bittiğini düşünüyordum oysa.) Eminim hiç iş çevirmedin arkamdan, kesinlikle eminim. İşte bu durum sana olan saygımı doğurdu. İçimde bir duygu var. O zaman da vardı ancak buna sevgi demeyeceğim. Hoşlanma diyelim, niye mi? Çünkü benim kendi katı tanımlamalarım var. Örneğin, gerçek sevginin oluşması için çok değerli bileşkeler gerekiyor. Mesela gerçekten seven insan durup düşünür. Nasıl mı? Yapacağı bir hareketin (ne ve nasıl olursa olsun) sonuçlarını düşünür. “Sevdiği insana olumsuz bir getirisi olur mu?” acaba diye. Gerçek bir sevgi bazıları için abartılı bir seviyede olabilir ama düşündürür insanı. Emek gerekir, fedakarlık gerekir. Daha birçok bileşke sayabiliriz. Sen benim istediğim seviyede değildin. Bundan da eminim, değildin. Olmazdı bizden. Benim bakış açıma göre sevgi yoktu çünkü. Sevgi! En temel durum benim için. Belli belirsiz bir hoşlanma diyebiliriz belki içimdeki bu duyguya. İki buçuk yıl sonra seni görmek mutlu etti beni açıkçası. Artık sen otuz iki, ben otuz yaşındayım. Ve her ne olursa olsun iyi ki yaşamışım dediğim deneyimlerden birini yaşattın bana. Gelip bana bu ilişkiyi bitirelim dediğinde neden o büyük felaketi yaşamadım biliyor musun? Çünkü insan beklediği bir duruma pek şaşırmaz. Aslında sen de neden olağan karşıladığımın farkındaydın bence. Sen kangren olmuş bir yaraya yapılması gerekeni yaptın. Kestin o bölgeyi. Bana hep güzel şeyler yaşattın. Huzur, mutluluk ve rahatlık. Çok teşekkür ederim Murat.

 

(+)     

Müge… Yıllar sonra yeniden bir aradayız. İşin tuhaf tarafı son zamanlarda çok fazla aklıma geliyorsun, tesadüfe bak! Biraz değişmişsin sanki. Daha da güzelleşmişsin. Saçlarını düzleştirmişsin galiba. Neyse… Senin yerin her zaman ayrı oldu bende. Hayatımda yaşadığım en benzersiz deneyimlerimden birisin. Kadın-erkek ilişkisi açısından eşsizsin benim için kendi hayatımda. Olumlu bir deneyimdin tabii ki de… Ben o dönem boşta ve boşlukta kaldığım için seninle bir ilişkiye başladım  orası ayrı. Ancak olaylar beklenmedik şekilde gelişti. İşin açıkçası aramızda tuhaf bir ilişki vardı. Dışarıdan bakıldığında uymuyorduk, yakışmıyorduk bence. Olayın iç tarafında da öyleydi açıkçası. En azından bana göre öyleydi. Tahminimce senin için de öyleydi durum. Ancak ben senden ve oluşturduğumuz bu dünyadan kopamıyordum. Bana büyük bir mutluluk, rahatlık ve en önemlisi huzur veriyordu bu dünyada olmak. Sana ve kurduğumuz bu güzel dünyamıza çok büyük bir saygı (en etkili neden) ve sevgi duyuyor; kendime ve alışkanlıklarıma (ilişkimize olumsuz yansımaları olacak alışkanlıklar) dikkat ediyordum. Seni seviyordum. Gerçekten sana karşı içimde bir sevgi vardı. Aşk var mıydı? Bilmiyorum. Ancak ara sıra  içeride kaynayan ve her an patlayabilir bir volkan gibi bir hissin varlığını taşıyordum içimde ve bana aşk gibi geliyordu bu. O zamanlar pek üstünde durmadım ancak daha sonra düşündüğüm zamanlarda belki de bunun o dönemki mutluluğun verdiği bir yanılsama, gelip geçici, gerçek olmayan bir  “yalancı aşk”  duygusu olabileceği fikri ağır bastı. Bilmiyorum belki de öyle değildi. Bildiğim bir şey vardı o da büyülenmiş gibiydim. Bir ara vermiş, başımı alıp bilmediğim diyarlara, bilmediğim hayatlara, insanlara doğru gitmiş gibiydim. Aslında seninle ayrıldıktan sonra bana göre çok vahim bir durumun farkına vardım kendimde. Ben arkadaşlarımın ve çevremin çok fazla etkisi altında kalıyordum. Bu durumu fark etmek acı bir durum olsa bile olumlu bir kazanım oldu benim için. Biliyor musun? Hayatta karşılaştığım  birçok olay seni bana hatırlattı hep ister istemez. Bir gün metroda giderken iki üniversiteli genç sevgilinin konuşmasına kulak misafiri oldum. Kız, oğlana “Aşk zamanı” filminden bahsediyor ve onu öneriyordu. İster istemez bir tebessüm oluştu yüzümde. Sen çok övmüş ve birlikte izlemeyi istemiştin. Ne güzel bir akşamdı. Daha sonra seni eve bırakmıştım ve evin önüne geldiğimiz an yağmur yağmaya başlamıştı ve sen ıslanmamak için (özellikle saçlarının ıslanmaması için) koşarak gitmiştin apartman kapısına. Yağmur hesapta yoktu ama güzel olan akşamımızı daha da güzelleştirmişti. Daha sonra bizim Hakan’a bu filmi önerdim. Biraz izledik ve “Bu ne oğlum? Allah aşkına kapatalım,” diye tutturdu. Bu arada, Hakan evlendi, inanabiliyor musun? Bizim Hakan! Yaşı geçiyormuş artık, bu yüzden evlenmesi lazımmış. Filmin yanı sıra Kenny G, Céline Dion ve Orkideler (özellikle mor olanlar)… Bunlar ve bunları çağrıştıran şeyler her zaman seni aklıma getiriyor. Çok tuhaf bir durum. Hiçbir hakimiyetim yok bu hatırlamalar üzerinde. Tıpkı rüzgârın üzerinde hâkim olamadığımız gibi. O kadar doğal yani. Esip getiriyor işte. Üzerimde hem olumlu hem olumsuz etkiler yapıyor bu hatırlamalar. Son zamanlarda özellikle son bir yılda sık sık aklıma geliyorsun. Ama genellikle bazı tip kadınlarla bir arada olduğum sıralarda geliyorsun nedense. Seni hatırlatıyorlar, özletiyorlar ve seni daha da büyütüyorlar gözümde. Hatta sırf kadınlar demeyelim genel olarak ilişki kurduğum her insan için böyle oluyor. Çünkü sen kaliteli ve ilkeli bir insandın, gerçekten farklıydın. En çok neden bitirmeyi teklif ettim bu ilişkiyi biliyor musun? Senin zamanından çalmamak (malum hayat kısa) ve gerçekten kıymetini bilen ve hak eden biriyle olabilesin diye. İçinde bulunduğumuz, bizim kendi ellerimizle -ya da en doğrusu yüreğimizle mi demeliyim bilmiyorum- kurduğumuz bu mutluluk fanusuna ilk darbeyi ben vurdum. Sonra ikimiz paramparça ettik yine kendi ellerimizle. Artık otuz iki yaşında olduğumdan mı daha sık aklıma geliyorsun acaba? Evlenme yaşım geldi mi? Bunlar aklıma geldikçe kendimden utanıyorum. Belki yanlış bir bakış açısıdır bu bilemem ama utanıyorum. Şunu bilmeni isterim, seninle olmak, yaşadıklarımız ve bütün hatıralar hep mükemmel duygular yaşattılar ve yaşatıyorlar bana. Teşekkür ederim Müge!

HAYAT, SEN BAŞKA PLANLAR YAPARKEN BAŞINA GELENLERDİR

Murat hesap defterini ve birkaç evrak alıp ayağa kalktı. Sayfalarca kağıt imzalamıştı ve bu iş onu hem bıktırmış hem de yormuştu. Elini uzattı Müge’ye:

  • Kendine çok iyi bak Müge, teşekkür ederim yardımların için.

 

  • Rica ederim, sen de kendine iyi bak. Ece’ye (Murat’ın ablasının kızıydı) çok selam söyle!

 

  • Söylerim, hoşça kal!

 

Aşağı inmek için yöneldiği merdivenlere ilerlerken başlayan düşüceler ve hisler Murat’ın yüzünü düşünceli ve şaşkın bir ifadeye bürümüştü. Aklı başka yerde olduğundan dolayı, kapıdan çıktığı an güvenlik görevlisine el sallamadığını fark etti. Sonuçta onun “büyük kurtarıcılarıydı” güvenlik görevlileri. “Neyse geçti artık,” dedi kendi kendine.Hemen ayrılmadı bankanın önünden. Durup derin bir nefes aldı ve gökyüzünden başlayarak akıp giden zamanın maddesel akışına, yani insanlara, ağaçlara, arabalara vesaireye, vesaireye baktı ve tebessüm etti. Kısa bir süre önce işlem sırasını beklerkenki Murat değildi artık o. Müge’yi görmek kafasını karıştırmıştı. “İyi ki gelmişim,” diye düşündü ve bir an bunu düşündüğüne sinirlendi nedense. Ama sonra boş verdi bu sinirlendiği düşünceye ve içini gelecek günlerle ilgili bir umut kapladı. Bir taraftan mutluluk, diğer taraftan otokontrolü kendi yoluna çekiyordu onu. Mesela ola ki bir terazide tartmaya kalkılsaydı bu “çekiciler”, kesinlikle mutluluk ağır basacaktı. Artık aklında arkadaşlarıyla gideceği yemek ve eğlence yoktu. O an aklında olan  tek şey çok hoş bir etki altında olduğuydu. Tekrar yola koyulduğunda onu kendisine çeken yollardan  mutluluk yolunu tercih etmişti Murat. Ona eşlik eden ve nedenini bilemediği bir hissiyat veren bir yol arkadaşıyla ayrılıyordu oradan. Murat içinde bir şeylerin kaldığını ve aceleyle yapması gereken bir şeyler olduğunun hissini taşıyordu içinde yol arkadaşı olarak.

                                                                                                                        Mehmet Kalender

*Mutualizmin bilimsel dilde ifade ediliş şekli.

 

 

 

Bunları da Sevebilirsiniz

Parisli fotoğrafçı Charles Roux, küçük bir çocukken hayatını okuduğu edebiyat eserleriyle ve onların dünyalarıyla dolduran yalnız bir çocuk olduğunu söylüyor. Daha küçük yaşta Harikalar Diyarına giren Alice’in çay partisi, Virginia Woolf’un Deniz Feneri’nde Ramsay’nin evindeki yemek masası ve Kafka’nın Dönüşüm kitabında Gregor Samsa’nın çürüyen yemek yığını sahnelerini çok güçlü ve net bir şekilde hayalinde canlandırdığını söyleyen fotoğrafçı, büyüdükten sonra bu sahnelere hayat vermeye karar …

Share

Podcast #15: Önder Abay ile Arka Sokakların Öfkeli Gençleri Kayıt: 10/02/2019 Bu bölümümüzde Bavul dergisi genel yayın yönetmeni ve gazeteci Önder Abay’ı konuk ediyoruz. Arka mahallelerdeki öteki gençliğin hayatlarını anlamaya çalışıyor, onlarla neden daha fazla temas etmemiz gerektiğini konuşuyoruz. PODCAST LİNKİ İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ VEYA AŞAĞIDAN DİNLEYİNİZ…

Share

Uğraşma boş yere, sen kafiyelerle anlaşamazsın güzelim. Nazım ölçüsünden ziyade, Nâzım’ın ölçüsü yakışır ruhunun telaşına. Nereden mi biliyorum? Uzak değil, aynadan görüyorum seni. Huzursuzluğunu tanıyorum, Elini koyacak yer bulamayışlarını, “Keşke böyle deseydim” sızlanışlarını, Dinlemiyorlar ki zaten, yok yere sıkma canını. “Kimin gücü kime yeterse” imiş öyle diyor büyük adamlar, Sahi yaş kaç olunca büyüyor bu …

Share
Önceki / Previous Falezlerin Gölgesinde
Sonraki / Next Uzaklardan Gelecek Olanlar Var