Kime yazdığını bilmediğin bir mektup yazıyorsun yıllar önce,
Atıyorsun sonra bir boyut ötesine yaşanmışlıkların,
Sonra başlıyorsun uzaklaşmaya o mektuptan,
İlk zamanlar kelime kelimesine hatırlıyorsun kullandığın bütün renkleri,
Ulaşmasını arzu ettiğin kişileri,
Seneleri…
Ama sonra sen uzaklaştıkça kırmızı kızıla çalıyor,
Mavi beyaza karışıyor,
Sağlığa kaldırdığın kadehler çoğalıyor,
Anlayamadığın şeyler konuşuyor insanlar,
Keşfedemediğin başka boyutları beliriyor hayatın;
İçinde kaybolduğun çekim güçleri, hesap soran suratlar, dirhemin on para etmediği dönemler…
Mektuptan uzaklaşmak en büyük gayen ama unutmamak da istiyorsun,
Unutmak için uzaklaşıyorsun ama aslında o mektubu da bir gün tekrar hatırlamanın bir yolunu bulmak için yazmışsın.
Bilmediğin yerlerdesin,
Anlam veremediğin duyguları yaşıyorsun,
Üşüyorsun,
Yoruluyorsun,
Yürüyorsun toprağa dokunmak şart değil,
Medina’da taziyelerini iletmişsin mavi kapıya,
Marakeş’te Tayeb’le sohbet ediyorsun,
Gran Via’da fiyakalı bir İspanyolla,
Acısını çekiyor boş vermişliklerinin ait olduğun topraklar,
Seviyorsun topraklarını,
Önceleri tozu dumana katıp gitmek istediğin ne varsa bir çırpıda geri dönmek istiyorsun,
Bir anda daha önce o kullandığın bütün renkleri hatırlıyorken,
Beyaz kirleniyor, pembe toz oluyor, ellerin titriyor,
Dokunmaya korkuyorsun,
Tanıştığın bütün gezginlerin günahını yükleniyormuşsun gibi büyüyor huzursuzluğun.
İçinde koca bir Atlas büyütmüşsün,
Gözlerine kıtalar sığdırmışsın,
Adını Afrika koyduğun umutların var senin,
Kendine bir mektup yazıp kendini hatırlamak için yola koyulmuşsun,
Devirler başa sarıyor günlere göre farklı, İnsanlar geceleri daha anlayışlı,
Marakeş’te Türk müsün diye soruyorlar, çantanı bagaja koyuyorlar,
Dirhemsiz yola koyuyorlar, selamsız sabahsız yola koyuyorlar seni,
Casablanca’da bir sis oturmuş yalnızlığının yanı başına,
Ulaşmak istediğin yer belli değil ama uzaklaşmak tek gayen,
Unutmak üzeresin neyi hatırlamak için çıktıysan yola,
Sol tekerlek üzerinde camdan yansıyan tümseklere göre büyüyüp küçülen benliğine öğütler sırtlanmışsın aklın sıra, Yollarda veriyorsun bütün öğütlerini,
Uzaklaştıkça ve yalnızlaştıkça, Unutmayı böyle belletmiş sana hücrelerin kuşaklar boyu, Sanki gittiğinde öğrenecekmişsin gibi Naima’nın yolunu…
Gözlerini hiç açmayacakmışsın gibi gözlerinin rengi bulunduğun yere göre değişiyor,
Dualar ediliyor arkandan, Çadırda Arap Emir ile Tanyalar,
Sahra’dan haber yolluyorlar bütün unutmak güvercinlerine,
Odanda iki Faslı ve bir soba var, Faslılar; yüzleri ciddi hesap soran zayıf adamlar,
Yüzyıllar boyu neye inanacaklarını şaşırmışlar, Asıllı bir Fransız gibi yaşıyorlar yoksulluklarını,
Mektubu yazmaya karar verdin; yani duracaksın,
Tam o sırada Fatima naneli çay getiriyor,
Annesi sabah alkhyr diyor,
Navid ise göç edecek yeni şehirler bulmak için çantasını toparlamak üzere,
Sahra her gün sabahın beşinde doğuruyor çocuğunu alacakaranlıkta,
Mektup açılmıyor,
Faslı geliyor yanına, çık o delikten kardeşimsin sen benim diyor,
Miden bulanmış artık kardeşlikten;
Tajin yemek istemediğini söylüyorsun bunun yerine,
Atlas Dağlarını yüklenmişsin omzuna sırayla,
Sırtına uzanmış bir pamuk tarlası gibi Sahra karnını karıncalandırıyor,
Kendine açılmayacak mektuplar yazmışsın;
Sen bu kadar uzaklara gitmeye meraklıyken yakınlaşmadan açılmayacak mektuplar.
Ve sen hiç yakınlaşmayacaksın uzaklar bu kadar güzel zeytin ağacı kokuyorken…
You write a letter years ago to whom you don’t know
Then you send it beyond the dimension of lived experience,
And you begin to distance from that letter,
At first you remember, word for word, all the colours you’ve used,
The people you wanted to reach,
The years…
But then, as you get further the red turns scarlet,
The blue blends into white,
The glasses you toast for health increase,
People speak of things you can’t understand,
New dimensions of life arise that you haven’t discovered;
The gravitational forces you got lost in, the faces that hold to account, the eras a drachm was
not worth a penny…
Your deepest ambition is to get away from the letter yet you also don't want to forget,
You withdraw to forget and yet you wrote that letter to find a way to recall again one day.
You are in places you’re not familiar with,
Going through feelings you can’t make sense of,
You are shivering,
You are getting weary,
You walk without the imperative to touch the earth,
In Medina you expressed your condolences to the blue gate,
In Marakesh you chat to Tayeb,
In Gran Via with a swanky Spaniard,
The lands that you belong to suffer the pains of your forbearances
You love your lands,
Whatever caused you leave at haste before you want to return in a whim,
Suddenly as you remember all those colours you once used,
White is stained, pink turns to dust and your hands tremble
You’re afraid to touch
Your unrest grows as if you are shouldering the weight of all the nomads you have met
You nurtered a wide Atlas inside,
You squeezed continents in your eyes,
You have hopes you’ve named Africa,
You have set off on a path to write a letter to yourself to remember who you are,
Eras get rolled back different than the days, people are more understanding at nights,
In Marakesh they ask if you are a Turk, they put your bag in the trunk
They take you on the road without guidance, without even saying hello,
In Casablanca, a gust of mist sat beside your loneliness,
Your destination is not clear but getting away is the only goal,
You are about to forget, what you set out to remember,
You give advice to your reflection on the left wheel that shrinks and widens on every ramp,
You took the responsibility, you gave all your advice on the road,
To forget, get farther and lonelier, your cells memorized this for many generations.
As if you’d learn Naima’s way if you left…
The color of your eyes change according to where you are, as if you’ll never open your eyes,
Prayers are read after you, Arab Emir and the Tanya’s are in the tent.
From Sahra they send news to all the pigeons of disrememberance
There are two Moroccans and a stove in your room, Moroccans are serious, rigid faced, skinny
men,
For centuries they didn’t know what to believe in, they lived their poverty
like rich French families.
You decide to write the letter; which means you’ll stop,
Right then, Fatima brings a cup of mint tea,
Her mother says morning is alkhyr?,
Navid, is about to ready her bag to find new cities to migrate,
Sahra, gives birth to her child at twilight, five in the morning every day,
The letter remains unread,
The Moroccan comes near you and says, get out of that hole, you’re my brother,
You are nauseated now from brotherhood;
You say you don’t want to eat Tajin but instead,
You put the Atlas Mountains in order on your shoulder,
Like a cotton field spread on your back, the Sahara tingles your stomach,
You wrote letters to yourself which won't be opened;
Until you get nearer while curious to get further away
And you will never come near, long as distances carry the scent of beautiful olive trees…”
Bunları da Sevebilirsiniz
In Myanmar, underground poetry nıghts buıld brıdges between Rohıngya and Burmese wrıters
By Victoria Milko and Clare Hammond – Global Post/Public Radio International (PRI) In June this year, a small group of Myanmar residents crowded around a projector screen in an apartment loft in downtown Yangon, Myanmar’s largest city, to listen to poetry read via video call by Rohingya poet and refugee, Mayyu Ali, who was over 600 …
Dolu Dolu Bir Gece
Yağışlardan yağan dolu Benim kalbim acı dolu Yürüyorum sokaklarda Her yer koşuşan insan dolu Bir o kadar da kaçamayanlarla dolu Gözlerim yaşlarla dolu Aldığım darbeler karşısında Koruyamadığım bedenimde ruhum gibi yara dolu Yollar battaniyeyle kaplanmış araba dolu Sokak titreyen insan dolu Varmı başka bunları yaşayan dünyada Memleket benim gibi evsizlerle dolu