Samanyolu içimde olmasaydı onu nasıl görecek ya da bilecektim? İsterdim kırmızılıkta
kaybolup bir göktaşının en küçük tanesi kadar galaksiler arasında dolaşıp kendimi bilinmeyen
bir gezegenin ortasında bulmayı. Uzayda seyahat imkanı sağlayan kanatlarımla Mars’ı
dolaşıyorum. Evet hayalimde Mars’tayım ben hayalimde Marslı. Ona olan sevgime bütün
gezenler sığabilirdi. Haksızlığa uğrayıp gezegenlikten çıkarılan Plüton bile.
Mars’tayım. Saatlerin ve mevsimlerin yer değiştirecek kumu tutsak edecek kum saatlerinin
olmadığı bir yerdeyim. Kızıl gezegendeyim. Doğumunda kızıl batışında masmavi olan
gezegen. Orada mıydım gerçekten? Dokunuyor muydum ellerimle yerinin yüzüne?
Görebiliyor muydum bana olan gülümsemesini?
Üzerimde bir kapsül tulumu var, yürüyorum. Bir çocuğun ilk defa adım atmaya başladığı
heyecanla sürekli düşüyorum ve bu bana mutluluk veriyordu. Etrafımda uçuşan UFO’lara
bakamıyordum, gözlerim kamaşıyordu. İnsan hayallerinde ağlar mı? Mars’ta olduğum için
gözyaşlarım kırmızı bir bulut gibi damlıyordu. Her bir tanesi yüreğime değen karın eriyip
geçtiği bir ürperişti. Anlıyorum. Tıpkı koyu sislerin arasından tebessüm eden taze bir güneşin
pırıltıları gibi gülümsüyordu. Geziyordum, adını kimsenin koymak istemediği gezegende.
Kaybolmak istedim. Uzayın sonsuzluğunda sonsuza kadar.
Dışarısını yıldızlarla süslemiş gecenin mavisi üstünde bir dolunay manzarasıyla penceremin
kenarında usulca fısıldadı bir kuş “Belki bir gün” diye. Ardından söyledim ben de “Mars işte.
Hayallerimin son durağı.”