Türkiye siyasi tarihi, başlangıcından beri çok çekişmeli ve her anlamda da şiddetli olmuştur. En başta genç ülkenin cumhurbaşkanı olan Atatürk, demokrasinin sürekliliği ve siyasetin dinamikliğini canlı kılmak amacıyla çok partili hayata geçiş denemelerinde bulundu. Atatürk’ün bizzat yakın arkadaşlarından rica ederek kurdurttuğu Terakkiperver Cumhuriyet ve Serbest Cumhuriyet Fırkaları belli kesimlerin cumhuriyete karşı toplanma ve saldırma yeri haline gelince, Şeyh Sait ve Menemen Olayları ile ilişiği ortaya çıkınca fırkalar hemen kapandı. Demokraside olan bu sekme Atatürk’ün neden bu kadar çok partili hayata önem verdiğini sonradan göstermiştir: Tek başına iktidar olan, belli bir muhalefet kanalı tarafından denetlenmeyen CHP yıllar boyunca ülkeyi adil olmayan seçimlerle yöneterek geri kalmış, yozlaşmış ve niteliğini kaybetmeye başlamıştır. O dönemim CHP’sinin uyguladığı bazı yaptırımlar bugün bile aktif siyasette bir argüman olarak kullanılmaktadır. CHP’nin tek parti olarak sürdürdüğü tek parti siyaseti 1946 yılında kurulan Demokrat Parti ile sarsılmış, 1950 yılında ise seçimlerde DP’ye yenilerek yıkılmıştır. CHP’den bıkan ve yaptırımlarına dayanamayan halk cevabını sandıkta vermişti. Böylece CHP yeni düşmanından büyük bir darbe alarak 27 yıllık hükmünü geride bırakarak muhalefet olmuştu. Demokrat Parti Genel Başkanı Adnan Menderes, 10 yıllık iktidar senesinden sonra askeri hareketle indirildi. 17 Eylül 1961 günü Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan darağacında asıldı. Bu ölümlerle beraber CHP tekrar iktidar olabildi.
İşte bu dönemde yani 60’ların başında askeri otoritenin artan gücü nedeniyle Talat Aydemir’in askeri ihtilal denemeleri oldu, lakin hepsi İsmet İnönü önderliğinde bastırıldı. Dünya çapında etkisi artmaya başlayan ve gün geçtikçe her gün daha da soğuklaşan ABD ve SSCB arasındaki soğuk savaştan nasibini Türkiye de büyük ölçüde aldı. Sağ-Sol kutuplaşması yavaş yavaş oluşmaya ve şekillenmeye başladı, dünya çapında yayılan öğrenci hareketleri Türkiye’de de belli öğrenci liderleri eşliğinde yer buldu. Bunların yanında Türkiye siyasi tarihinde çok büyük etkisi olan iki büyük ve genç siyasetçi yeşermeye başladı. Bir tarafta milletvekili olarak girip partide hızla yükselip CHP Genel Sekreteri olan Mustafa Bülent Ecevit vardır. İş hayatına etkili bir gazeteci olarak başlayan ve çeşitli burslarla pek çok ülkede araştırma ve eğitim alan genç Ecevit aktif siyaset için uygun ve kaliteli bir adaydır. Babası gibi milletvekili olmaya karar verir ve başarır. Partide gösterdiği etkinlik ve derin entelektüel bilgisi sayesinde yavaş yavaş basamakları tırmanır. Genel sekreter olarak önemli işlere imza atan Ecevit bazen kameralar önünde İsmet İnönü’nün çevirmenliğini yapıp bazen de Ortanın Solu gibi önemli siyasi bir akıma önderlik etmiştir. Pek çok yönden gelecek vaat eden bu parlak genç siyasetçi herkesin gözüne girmiştir. Diğer tarafta ise kapatılan Demokrat Parti’nin devamı olduğunu ilan eden genç parti Adalet Parti’sinin genç lideri Süleyman Demirel vardır. Isparta’nın 3 mahalleli bir köyünde “Çoban Sülü” olarak adlandırılan ve yatılı liseden öğrenci olarak İTÜ’yü kazanan ve zor şartlarda okuyan Demirel zamanında DP hükümetiyle DSİ başkanı olarak çok yakınken 27 Mayıs sonrası işinden istifa ederek kendi yolundan devam etmiştir. Siyaset ile arasında yaşadıklarından dolayı mesafe bırakan Demirel kıvraklığı ve zekâsı sayesinde genç yaşta eski DP’lilerin yeni partisi AP’de genel başkan olarak seçilir. Partinin değil aynı zamanda cumhuriyet tarihinin ilk seçilen genel başkanı olarak siyasete atılır. 12 yaşında Isparta Tren Garının açılışına gelip İsmet Paşa’ya selam verip elini öpen Çoban Sülü, 41 yaşında Adalet Partisi Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel olarak darbelerle ve ihtilallerle yıkılmayan İsmet İnönü hükümetini yenmiştir.
Sonradan iki ezeli siyasi rakip olacak Demirel ve Ecevit birbirlerini daha yeni tanımaya başlamıştır. Solcu bir bakış ile kendini yenileyen, daha çok sol kesime hitap eden ve 27 Mayıs akşamı sevinen tarafta olan CHP ile Sağ bir bakış açısına sahip ve 27 Mayıs günü devrilenlerin partisi olan AP keskin bir çekişme içindeydi. Tekrardan muhalif parti konumuna düşen CHP iktidarı almak çeşitli değişikliklere başvuruyor ve yeni yöntemler deniyordu. Lakin bunların hiçbiri başarılı olamıyordu. Mecliste kesin bir zafer kazanan Demirel ise hem CHP ile mücadele ederken zorlu dönemlerin zorlu sorunlarına da çare arıyordu. ABD ile bir afyon sorunu, Kıbrıs problemi, alevlenen ve üniversiteleri basan öğrenciler… Bunların hepsi zorlu ve içinden çıkılamayacak kadar derim memleket sorunlarıydı. ABD’nin yapacağı bir yaptırım çok büyük bir ekonomik krize yol açardı. Bunu daha iyi anlamak için yine başa dönmek lazım. Cumhuriyet ilk kurulduğunda Atatürk kısa sürede çok fazla fabrika açarak ve dinamik bir 5 senelik kalkınma programına uyarak belli bir istihdam ve ekonomik kalkınma sağladı. Lakin daha sonradan bu fabrikalar teker teker kapatıldı, ihracat yerine ithalat yapıldı, ham madde üretimi azaldı, ekonomik olarak bağımlı bir hale gelindi. Böyle bir durumda oluşabilecek bir ekonomik sıkıntı Demirel’in kesin sonu olurdu. Bu yüzden Demirel elini taşın altına koyamadı, Amerika’ya ayrıcalıklar tanımak zorunda kaldı ve Kıbrıs sorunu da böylece kenarda kaldı. Bir yandan da Demirel için askeri problem vardı. AP’nin iktidarda olmasını hiç iyi karşılamayan albaylar Demirel için her zaman ciddi bir tehditti. Ona karşı sert bir şekilde bakan bu yaşlı askerlere şimdilik bir şey yapamıyordu Demirel. Genç ve tecrübesiz haliyle birden kendini kurtlar sofrasında bulan Demirel iktidarını uzun bir süreliğine koruyamadı. Sert bakışlı askerler 12 Mart 1972’de askeri muhtıra ile Demirel’e ihtar verildi. Albayların tüfeğinin gölgesi altında kalan Demirel bir meclis günü üç gencin asılması için iki elini havaya kaldıranlar arasında Demirel de vardı. Bu sırada arkasındaki milletvekilleri “3’e 3” diye bağırıyorlardı. Onaylanmış bir cinayet bencil ve geri kalmış bir mantık içinde meclisten geçti. Ailelerin tüm uğraşlarına rağmen 3 gencin hayatı kurtarılamadı. 6 Mayıs 1972 günü sabaha karşı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan darağacında asıldı.
Kısa bir süre sonra Demirel hükümeti istifa etmek zorunda kaldı ama yine kısa bir süre sonra halk yine Demirel’i meydanlarda görecekti. İsmet İnönü ise daima kendi partisi muhalefetken yapılan muhtıralara ses çıkarmadığı için eleştirildi ve muhtıradan bir yıl sonra vefat etti. Bu sırada yaşlanan İsmet İnönü CHP başkanlığını bıraktı ve halefi olarak Ecevit’i gösterdi. CHP Genel Başkanlığı için aday olan ve kazanan Bülent Ecevit büyük bir tepkiyle karşılaştı. Partide ardı ardına istifalar başladı, istifacılar, “CHP, Atatürk ve İnönü’nün kurduğu Parti olmaktan çıktı” diyordu. Kimileri ise İnönü’nün yeniden genel başkan olması gerektiğini düşünüyordu ama artık ipler Ecevit’teydi. CHP için dönüm noktası olan bu yıllarda pek çok değişikliğe gidildi, kadro değiştirildi, parti yeniden yapılandırıldı. Ecevit 1973 seçimlerine yeni bir yüz ve yeni bir CHP ile girmek istiyordu. Ecevit’in meydanlara inmesi Türk Siyasi Tarihi açısından da bir dönüm noktası oldu. Yollara çıkan Ecevit kasketi, mavi gömleği, kendisinin fikri olan seçim otobüsü ve güverciniyle beraber halkın sevgisini kazandı, fırtınalar estirdi, yenilikler getirdi. Onun bu yenilikçi tavrı halkın hoşuna gitti ve onu benimsedi. 14 Ekim 1973 günü %33.3’lük oy oranıyla birinci parti olan CHP tarihinde ilk kez halkın oyuyla iktidar adayı olmuştu. Ülke yönetimi ve memleketin sorunları bu sefer Ecevit’in elinin altındadır. Kısa süreli ve başarısız koalisyonlardan sonra 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirir. Bu başarılı harekât yüzünden ABD çeşitli yaptırımlar uygular, ekonomi zarar görür. Başarısız koalisyonlardan dolayı ortada güçlü bir hükümet yoktur. Bunun sonucunda sağ-sol kavgaları daha da alevlenmeye başlar. Şiddet yavaş yavaş artmaya başlar.
1977 seçimleri için fötr şapkası ve kır atı ile çıkan Demirel özlenen ve hakkı yenildiği düşünülen bir simadır. Ecevit’ten etkilenerek çeşitli yenilikler yapan Demirel bu sefer kendinden daha emin adımlarla bir “Baba” figürü olarak meydanlara çıktı. Ezeli rekabet doruklardaydı. Kasketi başında Ecevit sol kesimi temsil edip “Karaoğlan” nidaları eşliğinde Demirel’i sağcı terörist gruplarının yetişmesine ve eğitilmesine izin vermekle ve tarafsız olmamakla suçluyordu. Bu sırada fötr şapkası başında sağ kesime hitap edip “Baba” bağrışmaları eşliğinde Ecevit’i solcu terörist öğrenci grupların yetişmesine ve eğitilmesine izin vermekle, onun getirdiği genel af yüzünden kendisinin içeri koyduğu teröristlerin artık özgür olduğu ve hala ülkeye zarar vermesini sağlamakla suçluyordu. Her gün meydanlarda, şehirlerde, köylerde birbirlerini suçlayan ve bölünmüş bir milleti daha da kutuplaştıran iki parti lideri için nihayet seçim günü gelmişti. 5 Haziran 1977 seçimlerinden CHP %41’lik oy oranı, AP ise %36’lık bir oy oranıyla çıkmıştı. İktidar sadece koalisyonla kurulabilirdi. Birinci parti genel başkanı olarak hükümeti kurmakla görevli olan Ecevit için işler her zamankinden daha da zordur. Demirel “Kurulmasına, onaylanmasına ve icraatına karşı mücadele edeceklerini” belirtmiş ve iş birliğine yaklaşmamıştır. Bir türlü orta yolu bulamayan ve anlaşamayan parti liderleri yüzünden 1 yılda 3 farklı Ecevit Hükümeti oluştu. Sonuncusu bin bir zorlukla oluşabildi. Toparlanamayan ve kurulamayan hükümet, birbirini sürekli suçlayan siyasetçiler, merkezi otoritenin eksikliği, mecliste oluşan kargaşa gibi pek çok sebepten dolayı Türkiye çok kanlı ve acılı dönemler geçirdi. Ekonomik kriz her zaman olduğu gibi kapıdaydı, sağ-sol kavgaları en şiddetli halindeydi. Her gün kahvehaneler taranıyor, meydanlarda insanlar vuruluyor, toplu yerlere bombalar atılıyor, hapishaneler dolmaya başlıyor, pek çok yazar, gazeteci, siyasetçi ve lidere suikastlar yapılıyordu, duvarlarda bile bu kavga vardı. Ecevit’in güvercini ile Demirel’in kır atı birbirine girmişti. Sağcılar da solcular da Türkiye’nin geleceği ve aydınlık mavi günler için kavga ediyordu. Her iki tarafta ülkesi için çabalıyor ama birbirlerine karşı savaşıyorlardı.
Hem sokağın hem de meclisin bu kadar karışık olduğu bu dönemde sert bakışlı askerler rahatsız olmaya başlamıştı. Askerler bu sefer temkinli davranmak istiyordu Genelkurmay Başkanlığı’ndan hükümete ülkenin haline yakınan ve “bir gece ansızın” gelebileceklerini belirten bir uyarı mektubu geldi. Ne Ecevit ne de Demirel bu mektubu kendilerine yazılmadığı gerekçesiyle muhataba almadılar. Mektuptan sonra da devam eden olaylar neticesinde hükümetin bir şey yapmadığını gören Kenan Evren askeri bir darbe yaptı. Demokrasinin fesh edilmesi ve askerin kontrolü ele geçirmesiyle beraber ülkeyi her zamankinden daha karanlık bir atmosfere girer. Darbeci General Kenan Evren tarafsızlığını belli etmek için bir sağcıyı ve bir solcuyu idam sehpasına yollar. Sonradan “elim bile titremedi.” diyen Kenan Evren askeri baskısını arttırdı. Sağcılar da solcular da amansız bir şekilde birbirleriyle savaşırken direk hapishanelere atıldı ve işkencelere maruz kaldı. Bugün bile hala insanlık utancı sayılabilecek olayların yeri oldu Türkiye. Yüz binlerce kişi yargılandı, on binlerce kişi örgüt üyesi olmaktan suçlu bulundu ve hapse atıldı. Binlerce öğretmen, öğretim üyesi ve gazeteci de tutuklandı. Yüzlerce insan cezaevlerinde, gözaltındayken işkence görürken öldü. 517 kişiye idam cezası verildi ve 50 kişi asıldı. Bunların arasında bir yaş büyütülen 17 yaşındaki Erdal Eren de vardı. Bu baskı ve korku ortamı yıllarca sürdü ve sayısız insanın hayatını mahvetti. Ecevit ve Demirel çifti ise bir sabaha uyandıklarında artık ellerinde olan her şeyi kaybetmiş bir şekilde uyanmıştır. Yönetime el koyulmuş, hükümet feshedilmiştir, parlamento üyelikleri sona ermiştir. Kenan Evren kararıyla tüm parti liderleri evlerinden alınıp sürgüne yollanmıştır. Kaderin cilvesine bakın ki Ecevit ve Demirel 12 Eylül sabahı onları sürgüne yollayacak helikopteri beklerken karşı karşıya gelirler. Meydanlarda ve kameraların önünde birbirini suçlayan iki eski lider şimdi sadece tek başlarına durunca sadece susmaktadırlar. Rahşan ve Bülent Ecevit önde Nazmiye ve Süleyman Demirel arkada helikopterle Gelibolu’da bir askeri tesise giderken Demirel aşağıda bir zamanlar yaptığı fabrikayı görür. Eşine fabrikaları göstererek “Şunları biz yapmıştık.” der. Nazmiye Demirel ise ona dönerek “Yaptınız da ne oldu, nereye gidiyorsun?” demiştir. İki lider birbirlerinden o kadar uzaklaşmıştır ki artık birbirlerine en yakın olanlar onlardır ama sadece onlardır.
Takvimler yıllar sonrasını, 5 Kasım 2006’yı gösterince her şey değişmiştir. Artık tamamen yeni bir iktidar, başka bir CHP vardır. Daha da önemlisi beyin kanaması geçiren ve bir süre GATA’da yatan Bülent Ecevit hayata veda etmiştir. Hayatının son yıllarına kadar siyasette duran ve çalışan Ecevit için Demirel “Ülkemizin değerli devlet ve siyaset adamlarından, eski Başbakanlardan Sayın Bülent Ecevit’in vefatını teessürle öğrendim. Muhterem eşleri Rahşan Ecevit’e, kendisini sevenlere ve milletimize başsağlığı diliyorum.[Text Wrapping Break]Uzun süren devlet ve siyaset hayatında yapmış bulunduğu hizmetler hatırlanacaktır. Merhuma Allah’tan rahmet diliyor, milletimize taziyelerimi sunuyorum. Saygılarımla.” Diyerek başsağlığı mesajını Rahşan Ecevit’e iletti. Tam 5 yıl sonar yani 5 Kasım 2011’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “CHP 3. Genel Başkanı Bülent Ecevit’i Anma Toplantısı”na Demirel’i de davet eder. Demirel o toplantıda eski rakibi ve dostu olan Ecevit hakkında kayda değer anılarını iletir. Eski siyasi günlerden, dünyanın ve ülkenin çalkantılı dönemlerinden bahsederken devirlerin siyasetçileri, siyasetçilerin de devirleri etkilediğini söyleyen Demirel Ecevit hakkında şunları belirtir: “Siz zannediyor musunuz ki biz birbirimizden bir şey öğrenmedik. Birbirimize en kızgın olduğumuz zamanlarda bile çok şey öğrenmişizdir.” Darbeden sonra beraber kaldıkları sürgün tesisinde beraber bir şeyi paylaştıkları ya da birbirleriyle konuştukları oldu mu diye sorulunca Demirel sadece şu cevabı verir: “Birbirimizle hiç konuşmuyorduk ama hep aynı denize bakıyorduk.” Bu cümle göründüğünden daha derin ve önemli bir cümle. Bu cümle 20. Yüzyıl Türkiye’sinin ikinci yarısının siyasi özetidir. Dünyada Amerika ve Sovyet Rusya arasında gerçekleşen soğuk savaş nedeniyle küresel bir taraflaşma gerçekleşir, aynı durum farklı etkenlerle beraber Türkiye’de oluşur. 1950’lerin başından milenyuma kadar kesin bir sağ-sol çizgisi vardır. Her geçen gün siyasetçilerin birbirlerini suçlayarak meydanlarda kontrolsüz siyaset yaparak ilerleyen bu kutuplaşma küçük kavgalardan toplu saldırılara, toplu saldırılardan silahlı bombalı eylemlere kadar ilerlemiştir. Birbirleriyle ölümüne savaşan ve her geçen saniye daha da kutuplaşan iki tarafın da amacı aynıdır; Türkiye’nin geleceği ve aydınlık mavi günler… Aynı vizyonda çalışan ama birbirleriyle çatışan aynı milletten iki grup… Her iki grup da birbirleriyle sağlıklı bir şekilde konuşamayıp orta bir yol bulamadıkları için silahlar konuşmuştur. Sağ da sol da aynı denize bakıyordur; Türkiye’ye ve geleceğe ama ne yazık ki birbirleriyle konuşmuyorlardır. Aynı denize bakan ama birbirleriyle konuşmayan insanların ülkesinde kimse denizin maviliğini, suyun berraklığını ve havanın ferahlığını paylaşmadığı için kimse manzaranın tadını çıkaramaz ve güneş çabuk batar.