Yaşamak gibiyim.
Kimsenin nasıl doldurması gerektiğini bilmediği beyaz bir sayfa,
Mürekkep bitip yazılanlarda kalacak bir eserim.
Ben bir hayalim.
Ulaşılamayacak kadar uzakta,
Yaşanacak kadar yakında olan
Boğazının düğümünden gözünün yaşına
Aklının sınırından gerçekliğin taşına
Sınırları kendinden ibaret olanım ben.
Bir yalnızım ben.
Maskeleri yüzleri, yalanları gerçeklerim olanlardan kaçmış
“Biz” içinde “ben” bulamamış birim.
Ben bir ölüyüm.
“Doğru” yaşayamamış bir diriydim.
Sesi kesilmiş bir eleştirmen,
Nefret edilen bir sevgili,
Alay edilen bir hatip
Dininden sürülen bir peygamberim ben.
Ayağa kalkamamış bir düşkün,
Adamakıllı ölememiş bir cesetim ben.
Sadece bir yüküm,
Benim bile taşıyamadığım.
…………………….
Leylam’a
Kulaklarım ne kadar da aciz!
Ruhumu, kafamın içini boğan seslerden kurtarmak için onları kapatmam yetmiyor. Her gün, her Allah’ın günü, aynı davranışları sergileyen aciz bedenim bir gün olsun yapmak zorunda olduklarından gurur duydu ya da hoşnut oldu mu?
Mecburum ama memnun değilim.
İlerleten her adımımla gerileyen kaldırımların üzerine göklerin rahmeti düştü.
Ey kederden kararanların boyası yağmur,
Kaldırımlarda ezilen sen misin yoksa benim günahlarımdan sürünen düşüncelerim mi?
Ölen her duygunun cesedi yağmur, mezarı olan her canlıya rahmet edilmesine vesile, her damlasıyla “rahmetli” yağmur!
Şu çarpan sen misin yoksa yüzüme?
Ben de akıtsam yüreğimdekileri gözlerimden,
dolar mı içim sevgiyle boşalan kinin yerine?
Mecburken mecnun olur muyum, söyle!