Biz bozkır çocukları, denizde yüzerek değil toz toprakla oynayarak yaşadık
çocukluğumuzu… Yeşile bakarak değil kızıl toprağa bakarak öğrendik hayal kurmayı…
Manzaramızda yeşil veya mavi yoktu belki, ama biz hayallerde var etmiştik o renkleri, bu
yüzdendir çoğu insanın, şehirlerimizi renksiz görüşü. Ama bizim bir o kadar
vazgeçmeyişimiz, inatla sevmemiz, kimsenin görmediğini görmemizdendir. Çünkü biz
bozkırlılar kurak topraklara bakınca yemyeşil bir orman görürüz, gökyüzüne bakınca uçsuz
bucaksız bir deniz.
Belki de bundandır en dokunaklı türkülerin bu topraklardan çıkması. O yüreğe
dokunan, insanı alıp diyar diyar gezdiren, sevdayı hep başka dillendiren sözler. Bu sözlerin
ilham kaynağı değildir belki manzaralarımız, ama yaşanan çok çile çok sevda vardır bur
topraklarda. Elinin kalem tutmasına da gerek yoktur burada. Özünde yaşanmışlığın acısını
taşıyan her yürek dile gelir, gelir de bin bir yüreğe hissettirir o derin anlamlı sözlerin
dokunaklılığını.
Ben şimdi size, haritanın tam ortasından bir bozkır gecesinden sesleniyorum. Şu
herkesin göremediği yıldızlara, ben penceremden bakıyor, kayan yıldızlar olunca dilekler
tutuyorum. Gündüzüne yaşam mücadelesini, emeklerimizi, alın terimizi sığdırdığımız bu
toprakların gecelerine hüznümüzü, sevdamızı, hayallerimizi sığdırıyoruz. Kışı sert esse de,
soğuğu bedenlerimizi uyuştursa da aldırmıyor, karın yığınla yağdığı yerlerde dimdik açan
kardelenlere bakıp yaşıyoruz biz bu topraklarda.