Nereden başlasam bilemiyorum şu hayata
Geçmişe göz atsam mesela , masum düşlerin yansıyan raks’ına
Hissedemem kendimi kayıp zamanın ardına bakarken
İçimde hüzünsel kaoslar , yüzümde sonbahar çiçekleri
Bilemezsin huzura susamış dudaklarımın anlattıklarını
Kimi zaman da bir hayal takılır gönlümün duraklarına
Yine de yok zararım , kendimden ve yanan kibritten başkasına
Anlatıyorum hikayemi rüzgarın dallarına ,
taşır mı ki sonsuzluğa uzanmış kumsallara…
Bir anda siliniyor tüm ritüellerim , gökyüzüm kararmakta
Sanki keskin bir yağmur geliyor tüm ihtişamıyla uzaklardan
Engel olamıyor hiçbir korunaklı liman
Yine de bir umut yeşeriyor ruhumun topraklarında
“Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az öncekidir” derler ya
Tam da bu koordinatlarda aklım hala
Ve parlıyor gökyüzüm bir ilkbahar akşamında
Geçmiş yılların sarhoşluğu var aklımın kanatlarında
Sanki hiç yaşanmamış gibi hüzünler , var olmamışcasına yalnızlık
Ne desem yetmiyor anlatmaya , kimi zaman inanmakta zor
Bir başka tonda akıyor içim , hayallerimin renginde keskin bir değişim Her şey yerli yerinde yine , masamda geri dönmüş
Kapıcı Zeynel efendi haber veriyor , Edip Cansever bırakmış ;-“artık lazım değilmiş ona” Giderken odama , bir kadeh “yaşam suyu” geziniyor damarlarımda
Bir gazete sayfası ilişiyor tam o anda gözüme
Manşet’te yazıyor 123.758 de bir ihtimaldir Mutluluk…
Erdem Kasapoğlu