Yakıcı güneşe aldırmadan camın önünde oturuyordu, her zaman olduğu gibi. Saatler mi geçirmişti burada? Aylar mı yoksa yüzyıllar mı? Sarınmıştı yine kendi gibi yıpranmış, virane olan çivit mavisi hırkasına. Saçları sımsıkı toplu, gözleri ise biraz daha karanlıklara gömülüydü. Gençti anılar onu mahkum ettiğinde. İçinde vardı o zamanlar heyecan, mutluluk belki biraz da tutku. Artık ne kalmıştı ki geçmişten? Unutamadığı utanç silsilesinden başka. 

Ne acıydı… Onca yaşananlar, tek bir cümle ve kendini sorumlu hisseden, yalnız bir kadın. Umutsuzluğun ve küskünlüğün birleştiği yerdi burası. Gün geçtikçe büyüyor ve yakıyordu. Yavaş yavaş hazırlanırken günün bilmem kaçıncı uykusuna; aynaya karşı döndü ve mırıldanmaya başladı bildiği tek şarkıyı. Aniden bir sima belirdi karşısında.  Kenarlarında kavansit taşı işli olan ayna bir anda ışık saçmaya başla

mıştı sanki…

Göz gözeydiler ama birbirlerini tanıyorlar mıydı? Aynada ki yüz hem çok tanıdık hem de bir o kadar da yabancıydı. Kadın doğruldu ve aynaya yöneldi. Hiç ayırmadan gözlerini, elini uzattı ona. Bu genç kız kimdi? Kadın genç kızın elini bıraktı ve biraz tedirgin biraz da korkarak geri çekildi. Genç kız ise kadına sert ama bir o kadar da naif bir ifadeyle bakıyor, gülümsüyordu.

Kadın, garip bir şekilde kendini genç kıza yakın hissediyordu. Ama korkusundan da arınamıyordu. Derken genç kız konuşmaya başladı:

-Önceden içinde kopan şeyler vardı ama sen önemsemedin, ne de başkaları önemsedi. Çok zordu değil mi? Kendini ispat etmeye çalışmak, denemek ve başarmak. Tabii neyi başarmak? Kendi istediklerini mi, yoksa başkalarının istediklerini mi? 

Kadın, genç kıza bakakaldı. Adını bile unutmak isterken, ne diye yaşadıklarını hatırlayacaktı? Unutmak, hatırlamamak en önemlisi de hatırlanmamak için buradaydı… Kadın gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Nefes alırken o kadar zorlanmıştı ki sanki ciğerlerine ağırlık konmuştu. Üstelik o kadar gergindi ki, kalbi de yerinden çıkarcasına atıyordu. Tüm bunlar yetmezmiş gibi aklında da sorular dönüp duruyordu. Neler oluyordu burada? En önemlisi de bu kız nasıl, niçin gelmişti? Artık ya gerçekten delirmişti ya da geçmişin yakasını bırakmaya niyeti yoktu. Genç kızın tekrar söze girmesiyle birlikte; kadına olanların hepsi uçup gitmişti sanki.

-Sana hayallerinin kapısını açan odada başladı her şey. Öncesi de var elbet ama karanlığın başlangıcı o odaydı. Savaşını, hatta kendini yarattığın oda. İlk defa kendin için, hayallerin için bir adım atmıştın. Tüm dünyaya meydan okuyacaktın, sonunun kötü olma ihtimali bile sana o kadar güzel geliyordu ki… Artık kendin olacak ve kaybedeceksen bile kendin olarak kaybedecektin.

Kadın, duydukları ile birlikte daha da gerilmesine rağmen; dinlemekten alıkoyamıyordu kendini. Genç kıza kızıyordu ama dinlemezse ölecekti sanki. O yüzden anlatmaya devam etmesini söyledi. 

-Uzun yıllar isteklerini erteledikten sonra büyük bir adım atmış ve derme çatma da olsa kendi odanı, evini yani yeni hayatını yaratmıştın. Yazdıkların, geçmişe yasların ve umutların yanındaydı. Artık daha güçlü ve inançlıydın, üstelik kararlıydın da. Canı yanan her çocuk, her hayvan ve her kadın, herkes için çabalıyor; hepsine ulaşmaya çalışıyordun. Arkadaşlarınla birlikte yaptığınız eylemler, farkındalık yaratmak için yazdığın yazılar ve de düzenlediğiniz etkinlikler… Hepsi takdir ediliyor, azar azar başlayan yardım çığlıkları ve uzanan eller git giderek artıyordu. Ancak, alttan alta ilerleyen çöküş birden hızlandı, çılgınca yasaklar ve yeni yasalar peydah oluverdi. Ülkede geçmişin bir yansıması hatta tekrarı yaşanıyordu sanki. Çalkantılar, olaylar, ölümler en çok da tutuklamalar boy göstermeye başlamıştı. 

Kadın gözyaşlarını tutamıyor bir yandan da içinden bir şeyler tekrar ediyordu. Genç kız, kadına yaklaşmak, sarılmak istedi ancak kadın adım adım ondan uzaklaştı ve odanın en az ışık alan köşesine geçerek oturdu. Yavaş yavaş süzülürken güneş, onlar biraz özlemle belki biraz da hatıraların gizemli huzurlu-huzursuzluğu içinde birbirlerine bakıyorlardı. Kadın gözyaşları arasında gülümsemeye gayret ederken konuşmaya başladı:

-Bak kızım, ben bunları dinlemek istemiyorum. Hem sen nereden çıktın böyle, neden geldin? Ayrıca ben nasıl çağırmışım seni? Evet, dediklerini yaptım da yaşadım da. Ama artık unutmak istiyorum, unutuyorum da. Konuşmanın, düşünmenin ve de hayal etmenin bir faydası yok. Tecrübe ettim ben… Yaşadım, gördüm ve pes ettim. Şimdi git, git ki unutmaya kaldığım yerden devam edeyim.

-Peki. O zaman son cümlelerimi işit de öyle gideyim. Ama sakın unutma ki, sen çağırdın beni. Bak bana, bir bak da gör sen çağırdın beni. Evet, her şeyi sen yaşadın ve pes ettin ama neden pes ettin? Bize bunu yapmamalıydın, biz bunu yapmamalıydık ama yaptık değil mi? Ben sadece neden pes ettiğini anımsatmaya geldim. O zaman için kısa denilebilecek bir sürede dinmişti olaylar ve ülke neredeyse hiçbir şey yaşanmamış gibiydi. En yakınların bile kulak tıkamış, bütün her şeyi ama her şeyi kabullenmişti. Kadınlar yine haksızlığa uğruyor, çocuklar ve hayvanlar acı çekiyordu. Her gün daha da geriye giden ülke adımları daha fazla yardım çığlıkları yaratmıştı. Ama çığlıklar karşısında uzanabilecek eller yoktu. Her geçen gün biraz daha zayıf kaldın ve fazlasıyla utandın. Pes etmek çözümdü senin için, benim için, bizim için… Ve o son cümlenle inzivaya değil; mahkumiyete çekildin. “Biz utanmaya bıktık, siz utandırmaya bıkmadınız!”

Kadın kafasını kaldırdı. Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerini sildi. Aniden ayağa kalktı ve genç kızın üzerine doğru yürüyerek haykırdı:

-Biz utanmaya bıktık, siz utandırmaya bıkmadınız! Evet! Evet, bunu söyledim… Söyledim ve çekildim. Neden biliyor musun? Çünkü ben kadındım. Çünkü ben önce sadece insan olmak  istedim. Yapamadım, olamadım  çünkü ben kadındım. Her fırsatta aşağılanan, hor görülen ve de fikirlerinin bir ehemmiyeti olmayan bir kadın. Kadının adı ya gerçekten yok ya da yok edildi. Ama artık önemli değil. Ben de yok oldum; beni anlamayan ve hiçbir şeyi umursamayan herkes de bende de yok oldu. Şimdi git…

Kadın yere düşen sürahinin sesiyle uyandı. O kadar yorgun ve halsiz hissediyordu ki; zar zor doğruldu. Yataktan kalkmaya çalışırken, cam parçalarına bastı. Kanayan ayaklarının arasında bir resim olduğunu fark etti. Resmi aldı ve anladı ki rüya gibi görünen şey kendi gençliğiyle yüzleşmesiydi. Ayağa kalktı ve masanın üzerinde duran kadehini doldurdu. Gözyaşlarıyla birlikte konuşmaya başladı: 

-Hiçbir zaman ne insanlığımı ne de hayallerimi para için değişmedim. İyi insan olmak değildi derdim, haksızlıkla baş etmekti, beceremedim. Başkaları adına sürekli utanmak, onlar yüzünden bir işe yarayamamak beraberinde umutsuzluğu getirdi kapıma. İşte en beteri buydu ben de pes ettim. Her şey oyun diyorlar ama ben oyuncu değilim; oyuncağım oyun kurucuların elinde. Ben utanmaktan bıktım. Ve tüm dünyanın acımasızlığı, beni utandırmaktan hep zevk aldın. Şerefine gençliğim; sana, bana, hayatımıza içiyorum. Şerefine!

Bunları da Sevebilirsiniz

“İlk zamanlar ne güzeldi. Yeni yeni tanımaya başlamıştık birbirimizi. Başını göğsümden, boynumdan, kucağımdan ayırmazdı. Sessiz sedasız uzanırdık, ben bazen kitap okurdum ona. Masal kitapları, romanlar, şiirler. Hafifçe burnunu sıkıştırıverirdi boynuma, öpmeme izin verirdi o zaman, saçlarını okşayabilirdim. O başını yaslayınca saatlerce kıpırdamazdım rahatı kaçmasın diye. Bir milim uzağa gitsin istemezdim. Yemeği beraber hazırlardık, beraber yerdik. …

Share

“Erkekler, kadınlar nehre iner hep beraber çıplak yıkanırlar. Birbirinden kaçmazlar. Bununla beraber asla zina etmezler. Aralarından zina eden birini, kim olursa olsun, dört kazık çakıp kollarından ve bacaklarından bu kazıklara bağlarlar. Balta ile onu baştan ayağa ikiye bölerler. Kadın için de aynı cezayı verirler. Bundan sonra zina eden kadın ve erkeğin parçalarından her birini bir …

Share
Önceki / Previous 123.758'DE BİR İHTİMALDİR MUTLULUK 
Sonraki / Next KIRMIZI KUTUDAKİ SAAT