Yazmanın bir çeşit terapi olduğunu birçok kez duymuştum. Gördüklerimi başkasına anlatmaya çalışınca oluşan garip acı ve baş ağrısı yerine şu an hiçbir şey hissetmemem de yazmanın daha iyi olduğunun bir göstergesi.
Normalde derin uyuyan biri olmama rağmen o gece fırtına sebebiyle uyanmıştım. Sanki her saniye şimşekler çakıyor, gök durmadan gürlüyor, rüzgâr gökdelenleri yıkmak istercesine kuvvetli esiyordu. Nasıl bir kıyametin koptuğunu anlamak için yatağımdan kalkıp perdeyi açtım. Tüm şehrin üzerine, karalıklarının gece bile belli olmasını sağlayan yıldırımlar yağdıran bulutlar çökmüştü. Kırmızı, sarı, turuncu, beyaz kısaca her tür renkten şimşekler bir görünüp bir kayboluyorlar ve arkalarında top patlamasına benzer sesler bırakıyorlardı. Gök; denizi de coşturmuş, daha önce filmlerde bile görmediğim büyüklükte dalgalar oluşturuyordu. Ve bunların merkezinde şu an bunu yazmama sebep olan “şey” vardı. Onun ne olduğunu bilmediğimden ve sadece orada gerçekten olduğunu anlamama yetecek kadar gördüğümden ona Şey demeye devam edeceğim. Onu önce deniz ile fırtınanın ortasına yerleşmiş dev bir karaltı olarak gördüm. Ne olduğunu anlamak için pencereye iyice yaklaştım. Anlam veremediğim bir şekilde hareket ediyor, sanki bir orkestrayı yönetir gibi etrafındaki kaosu şekillendiriyordu. Ve o korkunç kısacık anda, bir yıldırımın ışığı sayesinde Şey’i görebildim. Yıldırım flaş, gözlerimse kameraymış gibi görüntüsü aklımda bir fotoğraf netliğinde yer etti. Vücudu bir su aygırını andırıyordu; şişman, kahverengi pembe karışımı bir renkte bir gövde ile üzerlerindeki kıllar buradan bile belli olan yarılarına kadar suya gömülmüş bacaklar. Boynunun nerede başlayıp nerede bittiği belli değildi. Kulakları bir filinkini andırıyordu. Ağzı normal bir hayvanda olduğu gibi yatay değil dikeydi ve burun delikleri olduğunu düşündüğüm şeyler iki dudağın yanlarındaydı. En korkunç ve en acayip tarafı gözleriydi. Normalde gözlerinin olmasını bekleyeceğiniz yerlerden Şey’in geri kalanıyla karşılaştırıldığında bile devasa sayılabilecek dokunaçlar çıkıyordu. Her dokunacın üzerinde yüzlerce hatta belki de binlerce kan kırmızısı göz vardı ve sanki birkaçı doğrudan bana bakıyordu. Onu gördükten hemen sonra bir şeyin parçalandığını duydum. İçim gördüğüm Şey dolayısıyla dehşetle dolu haldeyken mutfağa koştum. Her şey yerli yerindeydi. Yatak odasına geri döndüm. Pencereye yaklaşıp dışarı baktım. Fırtına tüm şiddetiyle devam ediyordu ama ortasında bir karaltı yoktu. Yaşadığım şokla perdeyi kapattım. Ve yatağıma geri yattım. Gecenin geri kalanı boyunca dev gözlerle ilgili kâbuslar gördüm. Sabah gayet normal bir günmüş gibi uyandım. Havaya baksanız geceleyin o fırtınanın olduğuna inanmazdınız. Ama sokaklar tersini söylüyordu. Her yer sular altındaydı. Birçok eski bina şiddetli rüzgâr sebebiyle hasar görmüştü. Bazı yerlerde yıldırımlar yangınlara sebep olmuştu. Allah’a şükür can kaybı böyle bir felaketten beklenmeyecek kadar azdı. Herkes Belediye’nin bunu nasıl halledeceğinden, zararın ekonomiye yapacağı etkiden bahsediyordu. Uzmanlara göre İstanbul’da daha önce hiç bu kadar şiddetli bir fırtına görülmemişti ve bunun sebebi küresel iklim değişikliğiydi. Diğerleri bunları konuşurken ben aklıma kazınmış Şey’i düşünüyordum. Bir arkadaşıma tam gördüğümü anlatacakken birden daha önce bahsettiğim o tarif edilemez acıyı hissettim. Konuşmaya çalıştım ama acı, kelimelerin ağzımdan çıkmasına engel oluyordu. Arkadaşım durumu fark etmemiş gibiydi. Şey’i aklımdan çıkarmaya çalıştım. Acı dinmeye başladı ve diğerlerinin konuşmasına katılınca yok oldu. Günümün kalanını her zamanki gibi geçirdim. Eve döndüm. Akşam yemeğimi yerken ailem aradı, iyi olup olmadığımı sordular. Onlara iyi olduğumu, fırtınanın bizim tarafları daha az etkilediğini söyledim. Daha sonra yorgunluk sebebiyle uyuyasıya kadar internette Şey’i benden başka gören olup olmadığını araştırdım. Bulduğum en yakın şey 2010’lu yıllardan kalma, adını daha öne duymadığım bir sitedeki Boğaz’da dev bir karaltı görüldüğü haberiydi. Gayet sakin bir gece geçirdim ve bugüne uyandım. Gecem kadar sakin bir günün ardından eve döndüm. Şey’i tamamen aklımdan atabilmek ve rahatlayabilmek için bunları yazdım. Umarım gelecekte bu yazdıklarıma bakar ve rahat bir şekilde o gece çok kötü bir rüya gördüğümü söylerim.
Buraya geri dönmüş olmak gerçekten bana acı veriyor. Şey’i tekrar görmesem de ona yakın bir şey gördüm. Sürekli “şey” kullanmak istemesem de daha iyi bir kelime bulamıyorum. Dış görünüşlerini bile zar zor algılayıp tarif edebildiğim varlıklara isim bulmak da istemiyorum. Olay arkadaşlarla işten çıkarken oldu. Tanıdığım herkesi güldürmeyi başarabilecek kadar komik olan bir arkadaşım yine mükemmel esprilerinden birini yapmış, biz de topluca gülüyorduk. Daha sonra garip bir gülme sesi işittim ve sesin geldiği yöne baktım. Ten rengi Şey’in ten rengine benzeyen, ağzının çevresi sanki çürümüş gibi yaralarla kaplı ve gözleri Şey’in gözlerinin tıpatıp aynısı olan bir adam gördüm. Ben ona bakarken gülmeye devam edip uzaklaştı. Arkadaşlarımdan biri neden gülmediğimi sordu. Tam gördüğümü anlatacakken o garip acı daha şiddetli bir şekilde geri döndü. Galiba çektiklerim yine dışarıdan anlaşılmıyordu. Sözcükleri zorla ağzımdan çıkarıp bir tanıdık gördüğümü sandığımı söyledim. Aklıma gelenleri bastırarak akşamı arkadaşlarımla geçirdim ve geç saatte eve döndüm. Şimdi de tıpkı önceden yaptığım gibi yaşadıklarımı yazıyorum. Daha önce etkili olmuştu. Keşke gördüklerimin gerçek mi yoksa bilmediğim bir akıl hastalığının sonucu mu olduğunu anlayabilsem. Umarım yine daha iyi hâle gelirim ve bir daha buraya yazmak zorunda kalmam.
Bu satırları titreyen ellerimle yaşadıklarımı birileri bilsin ve anlasın diye yazıyorum. Bu sefer tarifsiz acı yazarken de sürüyor. Ve bu sefer olaylar, bir kerelik görme yerine zaman içinde artık katlanılamayacak raddeye gelinceye kadar artan bir şekilde oldu. Oysa ne güzel yazmam işe yaramış, rahatlamış ve kurtulmuştum. Önce birkaç gece üst üste sadece kırmızı gözler hakkında şu an hatırlayamadığım rüyalar gördüm. Sonra metroya binmiş işe giderken o garip kahkahayı tekrar duydum. İşe varıp o sesi aklıma getirmemeye gayret ederek çalışmaya başladım. Daha sonra arkadaşlarımdan birinin gözleri bir anda bir yakut kadar kırmızı oldu. Ve acı işte o an geri döndü. Bu seferin farklı olduğunun bir işareti daha arkadaşlarımın durumu fark etmeleriydi. Bana iyi olup olmadığımı sordular. Tam ağzımı açacakken acı daha da şiddetlendi. Sanki yüzlerce kilo kaldırıyormuşçasına zorlanarak yorgun olduğumu ve başımın çatlayacakmış gibi ağrıdığını söyledim. Bir arkadaşım beni doktora götürmeyi teklif etti. Evde dinlenirsem daha iyi olacağımı söyledim. Diğer arkadaşlarım patrona söyleyeceklerini, benim izin almakla uğraşmadan eve dönmemi söylediler. Eve varınca arkadaşıma teşekkür ettim ve hemen içeri girip yatağıma uzandım. Uyumuşum. Rüyamda Şey tüm gözleriyle doğruca bana bakıyordu. Ve ben hareket edemiyordum. Sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca o durumda kaldıktan sonra uyandım. Acı gitmişti. Başka bir işle uğraşmadan sonraki gün için psikolog randevusu aldım. Gece korkudan uyuyamadığımdan neşelenmek için komedi filmleri izleyerek geçirdim. Sanki ben ekrana bakmıyorken her köşede biten yaratıklar kızıl gözleriyle dik dik bana bakıyorlardı. Sabah arkadaşlarıma haber verip işe bugün de gelemeyeceğimi söyledim. Psikoloğa gitmek için yola çıktım. Vardığımda daha randevu saati gelmediğinden bir süre lobide bekledim. Ne anlatacağımı kafamda toparlarken acı en şiddetli haliyle geri döndü ve etrafı kırmızı görmeye başladım. Sekreter bana iyi olup olmadığımı sorunca yüzüne baktım ve çürümüş yaralarla yakut gözler gördüm. Çığlıklar atarak oradan uzaklaştım. Kendimi kaybetmiş bir şekilde eve döndüm. Şu an daha iyi durumdayım. Acı hâlâ var ama katlanılamaz değil ve etrafı kırmızı görmüyorum. Biri bunları okursa lütfen bana ne olduğunu, neden bana olduğunu, düzelmek için benim bilmediğim bir yol olup olmadığını anlamaya çalışsın ve araştırsın. Onlardan ve acıdan kesin olarak kurtulmanın bildiğim tek bir yolu var. Gideceğim bir yer varsa umarım orada huzurlu olurum.