Kaynak: Özge Uysal, Artfuliving
Sinirbilimci Stephen M. Fleming’in “kendini bilme” pratiğini psikoloji ve nörobilimin en güncel araştırmalarıyla masaya yatırdığı, insan beyninin üstbiliş için ne kadar fazla sayıda ve kritik bileşene ev sahipliği yaptığını keşfetmeye dair bir okuma deneyimi sunduğu Kendini Bilmek: Öz Farkındalık Bilimi kitabı üzerine bir yazı.
“Nosce te ipsum!” “Kendini bil”
Antik Yunan topraklarındaki Delphi Tapınağı’nın girişine kazınmış bu kelimelerin işaret ettiği anlamlar üzerine nice söz söylendi. Söylenmeye de devam ediyor. Mutasavvıflar, “Kendini bilen, Rabbini bilir,” diyerek, bu çağrıyı bir adım ileri taşır ve insan ile Yaradan’ın buluşmasının imkânına da işaret ederler.
Aslında kişinin kendini bilmesinin ve kendisiyle buluşmasının önündeki en büyük engel, “gölge”sidir. Jung’un psikoloji literatürüne kazandırdığı bu kavram yeni değil. “Gölge”ye Budizm’de, Tasavvuf’ta ve Şamanizm’de de rastlamak mümkün. Adı geleneklere göre farklılık gösterse de “gölge”, kişinin reddettiği, yok saydığı yönlerinin olduğu bir potansiyeller kümesi olarak tanımlanabilir. Potansiyellerle dolu bu karanlık tarafımız, kendini en çok, başkalarını eleştirdiğimiz ve “asla yapmam/asla olmam” dediğimiz durumlar ve olaylarda gösterir. Başkasında bizi rahatsız eden şey, genellikle gölgemizde saklanmış yönümüzle bağlantıdadır. “Gölge”yi ışığa getirmek, kişinin yaşam yolunu da aydınlatır.
Kendini bilmek, tek seferlik bir aydınlanma hâliyle tarif edilecek bir şey değil. Bu, bir hâl ve hayatın içerisinde olaylar karşısında, ilişkiler içerisinde de insanının dikkatinin kendinde, içine düştüğü döngülerde ve otomatik tepkilerinde olmasını gerektiriyor. Yakın zamana kadar bu konular bilimin alanına girmiyordu, ancak kişisel gelişim ve kadim öğretiler ile ilgilenenlerin eriştiği ve pratik ettiği şeylerdi. Bu azınlığın dışında kalanlar için farkındalık, meditasyon, yoga vs. gibi şeyler hurafeyle eşdeğerdi. Neyse ki günümüzde her geçen gün, kadim bilgilerin bilimsel temellerine ve bu kadim pratiklerin insanlara ne kadar iyi geldiğine dair bilimsel araştırmalar çoğalıyor. Bugün bahsedeceğim kitap da, öz farkındalığın sinir bilimsel temellerini araştırıyor.
Bu yazıda, Nida Fetullahoğlu’nun çevirisiyle Timaş Yayınları’ndan çıkan Kendini Bilmek: Öz Farkındalık Bilimi kitabından söz edeceğim. Kitabın yazarı Stephen M. Fleming, University College London, Wellcome İnsan Sinirgörüntüleme Merkezi’nde üstbiliş araştırmalarından sorumlu araştırmacı ve deneysel psikoloji anabilim dalında Wellcome Trust/Royal Society Sör Henry Dale’de yer alan bilim insanlarından biri. Çok çalışkan bir sinirbilim uzmanı. Şimdilerde de Londra Üniversitesi Akademisi’nde öz farkındalık çalışmalarına yoğunlaşan bir sinirbilim laboratuvarının başında.
Fleming, Aydınlanma Çağı’nın başlaması ile birlikte öz farkındalığın öznel bir mesele olduğu ve bilimin konusu olamayacağına dair görüşün yaygınlaştığına işaret ediyor. Bunu takip eden pozitivizm ile birlikte bilim, uzun yıllar yalnızca duyu organlarıyla algılanabilen fenomenler üzerine çalışmaya devam eder ve Descartes’ın Kartezyen felsefesi ile başlayan zihin beden ayrımı, bilimde çok geçerli bir kabul hâline dönüşür. Bu kabul, kuantumun bilim sahnesine çıkmasıyla birlikte, katı bildiğimiz nesnelerin dahi enerjiden oluştuğuna dair bilginin ortaya çıkması ile sarsılır. Ve günümüzde, Batı tıbbı metodolojisini takip eden doktorların bir kısmı da zihin ile beden arasında koparılamaz ve yok sayılamaz bir ilişki olduğunu, hastalıkların önce zihinde başladığını, sonra bedende tezahür ettiği ifade etmeye başlar.
Fleming’e göre, öz farkındalık, bize kendimizin dışında dünya ve canlılarla ilişki kurma ve onları anlama imkânı da sunar. Yani öz farkındalığın olmadığı bir dünyada empati olması da mümkün değildir. Öz farkındalık aynı zamanda karar alma süreçlerinde, olayları, durumları yorumlarken ve başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerde de baş rolde olmalıdır. Onun yokluğu, Fleming’in deyişiyle, düştüğümüz bugların bize sürekli çelme takmasıyla sonuçlanır. Ve bu da bizi döngüler içerisinde geçen, hep benzer deneyimler yaşadığımız ve mutsuzluk içinde yaşadığımız bir hayata mahkûm edebilir.
Öz farkındalığı güçlendirmenin birçok yolu var ve şüphesiz, bunlar arasında en önemlilerinden biri meditasyon yapmak. Meditasyon, tam bir içe dönme eylemidir ve bizi duygularımızla, düşüncelerimizle bir araya getirir. Meditasyon sessizliğinin içerisinde kendimizle ve dünyayla daha farklı bir ilişki kurmanın yollarını da buluruz. Fleming, öz farkındalığımızı güçlendirmek için hiçbir zaman geç kalmadığımızı, tam şu an, onun hakkında daha çok şey öğrenmeye başlayarak onu geliştirebileceğimizi de işaret ediyor: “Öz farkındalığı korumanın ve geliştirmenin belki de en önemli unsuru, bitirmek üzere olduğunuz bir şeydir: Öz farkındalık bilimini okumak ve düşünmek. Üstbilişin nasıl çalıştığını görmek için perdeyi bir anlığına da olsa aralayarak, zihnin kırılganlığına ve gücüne yeni bir saygı kazanabiliriz. Burada çok güzel bir simetri var. Öz farkındalığı inceleyerek onu artırabiliriz. Atinalıların Delfi Tapınağı’nın girişine tavsiye sözlerini yazmalarından iki bin yıl sonra, kendimizi bilmeye hiç olmadığı kadar yakın olabiliriz.”