Affet beni dudaklarım çok mu pürüzlü
Saçlarına mı takılıyor nasırlı parmaklarım
Bir çatının altında ağlamaklar yerine

Zümrüt yeşili yarınlar kokan
Denizler mi kaynıyor bitkin gözlerimde
Affet beni dudaklarım çok mu pürüzlü
Kayıp bir neslin yükü var belimde

Affet beni üstümüzde kukla gibi bir hilal
Peri bakışlı dansözler etrafına asılı
Tanrı hançerini göğün kalbine çekmiş
Kalbimde hep bir özlem
Hep bir yapraktan kopan serzeniş
Affet beni bakışların baharlara bedel
Ama hayat benimkileri göklere dikmiş

Bu kayıp nesil beni affetmedi
Biliyorum son insanlarız kalanını bilmiyorum
Oturmuş dersliklerde İngilizce konuşuyoruz
Birbirimize kapılar açıyor küfürler ediyoruz
Gözümüzü güneş alıyor ceplerimize
bakıyoruz
Dumanlar çoğaldıkça kafamızı eğiyoruz
Küller birikiyor küller küller
En derinlerde en yükseklerde
Bu yüzden sığmıyorum dersliklere

Otobüslere ofislere normali oynadığımız
her bir yere
Bundan mahkumum birkaç böceğe
Puslu kıtalara ıslak ormanlara
Ah bi’ bilsen bi’ bilsen çökeceğim
Şu çalılarda serçeler olmasa

Ah bir bıraksam kendimi
Çağlarca çağlarca ağlasam

Affet beni belli değil mi tiksintim
Belli değil mi yağmur damlalarında nefretim
Tanrı gökyüzünden bir kitap çizmiş
Onlarca bahtiyar sayfanın arasından
En anlamsızına beni oturtmuş
Haklı değil mi bu vardığım çıkmaz sokakta
Kimsecikler duymadan ağlayışım
Affet beni şuracıkta ayaklarına kapandım
Eski birkaç şeye veda ediyorum
İzin ver ipince belinden tutayım
Serin serin köylerde birer kahve içelim
Ben anlattım sen anlat rahatlayalım

Bunları da Sevebilirsiniz

Suç, gizem ve gerilim edebiyatından doğan polisiye edebiyatın bugün de hâlâ geçerli olan şablonu, ilk kez 19. yüzyılın ortalarında Edgar Allen Poe tarafından ortaya kondu. 1930’lardaki Altın Çağ denilen dönemde ise bütün klişeleri belirlendi. O günden bu yana, yapısında fazla bir değişiklik olmamasına rağmen popülerliği artarak devam eden bu türün Türkiye’deki serüveni, Batı’daki kadar parlak …

Share

Tecrübe Çağı ortalarında, 37 yaşında bir erkek genç sayılıyor. Şanslıyım, yolun yarısında bile değilim. Saçlarım hâlâ simsiyah ve fırça gibi sert ve dik. Fakat lacivert gözlerimin feri söndü. Mutsuzluktan oldu bu. Uykusuzluğun da etkisi var tabii. ‘’Eğer sabah beşe kadar uyumazsam, sabah beşte uyanmış olurum’’ demiştim kendime. Böylece geceyi uykusuz geçirdim çünkü bu saatler benim …

Share
Önceki / Previous Zafer Köse
Sonraki / Next Marx’ın bir çift sözü var… - Ulus Baker