Üç kez kustum, üçü de farklı renkti. Ne diye o eti yedim ki! Attılar öylece önüme; düşünmezler. Olacağı buydu. İnsanın öyle bol ki kuytusu. Benden küçükleri bu yüzden hep tembihlerim: Kimseye güven ol-maz. Olmaz. Olmamalı. Su akıntısı söylemişti: “Yeme onu kız, yüreğim kadar pis.” Dinlemedim. Dinlemem. Anam peşimde az miyavlamadı.
Gelen geçene kendini sevdirirdi manyak karı. Bizimkiler adını orospuya çıkardılar bir de. Neden sonra kendisine motor çarpıp da ağzından burnundan kan gelirken, onu “psi-psi” diye seven insanların hiçbirini görmedim ya çevrede. Ölüsü iki gün sokak lambasının altında kaldı. İyi kedi ölüsünü göstermez, diyemedim. Ben korkudan yanaşmadım ama izledim uzaktan uzağa. Sokak lambası: “Kız ananın ölüsü öyle orta yerde bırakılır mı canını almayasıca da yanı yere gelesice!” diye alkış etti, duymaza verdim. Mahallenin çocukları oyunlarını bozan kokuya dayanamayıp onu gömdüklerinde sol bacağı ve kuyruğu yoktu. İnanır mısınız o kazadan sonra motorları ve çocukları ayrı bir incelikle sevdim.
Evvelce (artık yapmıyorum çünkü) kapısı, penceresi açık unutulan evlere, bir gölge gibi mışıl mışıl girerdim. Huzurlu bir yuva hasretim değil de yemek kokuları olurdu beni davet eden. Soylu bir kedi olmanın verdiği gururla her davete icabet ederim. Bir insan ne kadar nemrutsa yapıverdiği yemek de bir o kadar davetkardır: “Gel; gel şöyle, bak kimse yok, acıktın mı sen?” Giderim. Serde serserilik de var yalan miyavlamayacağım şimdi; bir girdim mi işime gelmezse etrafı da bi’ güzel dağıtırım. Kokular bildik fısıltıyla “Hakkımı ver, hakkımı ver ama…” der farklı dillerde. Elimden gelse onların dillerini yerim. Lezzetin ödüllendirilmesi taraftarıyım esasen. Mutfağı bulur, payımı yer, kenarı çekilirim. Ha yemek ulaşamayacağım bir mevkide veya kendini yedirtmeyecek bir pozisyonda ise sözüm ona bir yere kıstırılmışsa o zaman etrafı darmaduman ederim işte. Ortada ne anahtarlık bırakırım, ne masa lambası, ne fotoğraf, ne çerçeve… Gücüm yeterse çocukların oyuncaklarını kırar, odalarını dağıtırım. Demin yine kustum. Azıcık kan da geldi bu sefer. Arabalı sokağı hızlı hızlı geçip cadde bitene kadar aşağı seyrettim. İyi gelir ümidiyle, toprakta oyuklar açan serçeleri izledim bi süre: Minik kafaları ve şaşkın bakışları beni delirtir. Mecalim olsa üzerlerine de atlardım. Ne vakit onlara rast gelsem, uçan balon görmüş bir çocuk gibi anadilimde tuzağa düşerim. Çenem takırdar, dudaklarım titrer, kekelerim. Etrafta gezinerek onların oyunlarını bozmak bile keyfimi yerine getirmeye yetti. Basit yaratılıştaki her kedi gibi keyfim; yerini ezbere bilir de çabucak buluverir.
Pencerenin tekine tutulmuş bi’ yazarın yazıhanesinde de kaldım uzunca. Yakıştıramadınız mı? Yaşamımın rahatlığı aradığım yıllarıydı. Saygılıydım da. Duygu hapishanesindeki sizler için üzülür, Madonna dinler, az yer, çoğunu aramazdım. O, beni pek sevmedi ama bir kedim bile yok demedi en azından. Kendini yazdıklarına fazla kaptırıp baktığı her yerde, her yüzde, bir pencere gördü; kiminin camını kırdı, kiminin perdesini sıyırdı. Benimle alakayı kesti. Sonra gitti kendini korkuluğun tekine astı. Yalnızlığın bağrına dikilmiş o korkuluğun yanına vardığımda ise ser verdi sır vermedi. Şehirdeki eşi, dostu, akrabayı sordu. Beni boş boş miyavlattı. Yine de bana kilime dikkat etmemi söyledi. Ağzının sıkı yüreğinin renkli olacağı konusunda uyardı. Eve vardığımda kilim onca zaman beraber değilmişiz gibi muskasını, çengelini, kartalını, yıldızını, eli belindesini benden gizledi. Sinirlendim. İnatla üzerinde tepindim ama motiflere baktıkça yavaş yavaş çözüldüm, kedi olmaktan çıktım. Ne olduğunu kestiremedim de. Öylece dolandım, durdum. Sesi ve sözü kovmuş renkler vardı. Kiraz dalı olup kilimde açtım sonra kışı kovup bir yandan da sanki kendimden kaçtım. Bir sidik gölünün ortasında uyandığımda yazıhane bomboştu. Beni de öldü sanıp almadılarsa gelin yüzüme tükürün! İşte o gün önümde gururla tüten dört duvara kin giyindim. Yaşam yalnızca sokaklardadır, diyen büyükler, büyüklerimiz, büyüklerim…
Kahveleri, parkları, lojmanları geçtim. Görüp de yemediğim yeşillik kalmadı. Midem ters döndü ama bulantım da az dindi sanki. Ne illet! Önüme bi tanıdık çıksa miyavlayamam. İnsanlarsa miyavlarımın altında hep bir anlam arıyor. Patimi sağa atışımda bir gizem, boşluğa bakışımda bir mana… Ne alaka? Beklenti, diyorum herkesin birbirine laf attığı çöp tenekesi buluşmalarında bizimkilere; beklenti, kedileri de yorar. Gülüyorlar. Yanan kız yurdunu geride bıraktığım sıra “Bu kırmızı da neyin nesi?” dedi kaldırım taşı. Durdum. Şıp şıp kan oldu yerler. “Kız yüreğin üzerime döküldü, bir silkelen.”
Yeter! Yüz yirmi sekiz milyar kez yeter.
“O ne be! Al şu pisini çabucak üzerimden.”
Halbuki kaldırımı sevmem.
Renkleri sevmem.
Sizi sevmem.
I vomited three times, all three different colors. Why did I eat that meat! They just threw it in front of me; they never think. That’s what it would be. Humans are so abundant. That’s why I always advise those younger than me: Nobody can be trusted . Impossible. It shouldn’t be. The stream of water had said: “Don’t eat that girl, it’s as dirty as my heart.” I didn’t listen. I don’t listen. My mother meowed a lot about this.
My maniac mother would endear herself to passers-by. Our folks even claimed her a whore. Why didn’t I see any of the people around who loved cat-calling as ” psi-psi ” when she was hit by a motorcycle and blood was coming from her mouth and nose . Her body remained under the street lamp for two days. I couldn’t get myself to say that a good cat doesn’t show their death. I did not approach out of fear, but I watched from afar. Street lamp: “Girl! Who leaves their mother in the middle of the road like that, you little failure!” it applauded, I ignored. Her left leg and tail were missing when the neighborhood children couldn’t stand the smell that spoiled their games and buried her. Would you believe, after that accident, I loved motorcycles and children with a different delicacy.
In the past (because I don’t do it anymore) I used to enter the houses, whose doors and windows were left open, like a shadow. It was not my longing for a peaceful home, but the smell of food that invited me. I accept every invitation with the pride of a noble cat. The more sullen a person is, the more inviting the food they prepare: “Come; Come here, look, there is no one, are you hungry?” I go immediately. There is also vagrancy in the bar, I will not meow a lie now; If it doesn’t work for me once I enter, I’ll turn the place upside down very nicely. The smell of food says in a familiar whisper, “Give me my due, my right, but…” in different languages. If I could, I would eat them all at once. Basically, I’m a fan of rewarding taste. I find the kitchen, eat my share, step aside. Oh, if the food is in a position that I cannot reach or in a position where it will not allow itself to be eaten, if it is supposedly trapped somewhere, then I just make a mess. I don’t leave a key ring, a table lamp, a photograph, or a frame standing… If I can, I break children’s toys and scatter their rooms. I just vomited again. There was a little blood this time. I rapidly crossed the street with cars and walked down until the end of the street. For a while, I watched sparrows digging holes in the ground, hoping it would make me feel good: their tiny heads and confused gazes drive me crazy. If I had the energy, I would jump on them. Whenever I come across them, I struggle to speak in my mother tongue like a child who has seen a flying balloon. My jaw clatters, my lips quiver, I stutter. Even spoiling their games by walking around was enough to satisfy my mood. My pleasure, like every cat in simple nature, knows its place by heart and finds it quickly.
I stayed for a long time in the office of an author who was caught in a window . Didn’t like it? Those were the years of my life when I sought comfort. I was respectful. I would feel sorry for you; who are in the prison of emotion. I would listen to Madonna, eat less and felt content. He didn’t like me very much, but at least he didn’t have to say he didn’t even have a cat. Wherever he looked, he got caught up in what he had written, on every face, he saw a window; He broke some of these windows, and ripped the curtains of others. He cut off contact with me. Then he went and hung himself on one of the railings. When I arrived next to that railing that stood in the heart of loneliness, he gave no secrets. He asked about his wife, friends and relatives in the city. He made me meow idly. Still, he told me to be careful with the rug. He warned that it will be tight-lipped with a colorful heart. When I got home, the rug hid its amulet, hook, eagle, star, hand on the waist (Anatolian motif seen on carpets) from me as if we hadn’t been together all this time . I got angry. I stubbornly stomped on it, but as I looked at the motifs, I slowly dissolved, I ceased to be a cat. I couldn’t understand what was happening. So I went around aimlessly. There were colors that rejected the voice and the word. I became a cherry branch and gave fruit on the rug, then I drove away the winter and at the same time escaped from myself. The office was empty when I woke up in the middle of a puddle of urine. I bet they thought I was dead and didn’t move me! That day, I wore a grudge against the four walls that were proudly standing in front of me. The elders, our elders, my elders, who say that life is only on the streets …
I passed cafes, parks, lodgings. I left not one green leaf that I have seen and not eaten. My stomach turned upside down, but my nausea seemed to be better. What a disease! I can’t meow if a person appears in front of me. People are always searching for meaning under my meows . A mystery in the way I throw my paw to the right, a meaning in my gaze into space… What’s the matter? Expectation, I say to our folks at trashcan meetings where everyone is talking to each other; Expectation tires cats too. They laugh. As I left the burning girls dorm behind, “What the hell is this red?” said the cobblestone. I stopped. There was blood all over the ground. “Girl, your heart spilled all over me, shake it out.”
Enough! One hundred and twenty-eight billion times enough.
“What the heck! Get that kitty off me quickly.”
Although, I never liked the sidewalk.
I don’t like colors.
I don’t like you.