1975 yılında, Paris’e göç ettikten kısa bir süre sonra Milan Kundera

 

« Milan Kundera est né en Tchécoslovaquie. En 1975, il s’installe en France. »

(Milan Kundera Çekoslovakya’da doğdu. 1975’te Fransa’ya yerleşti.)

 

Kitaplarında biyografisini yalnızca bu iki sade cümleyle sınırlı tutmuştu Kundera. Biyografileri sevmezdi, ona göre romancı kendi evini yıkıp parçalara ayırarak aynı parçalarla başka bir evi, yani romanının evini inşa ederdi. Bu sebeple de biyografi yazmak yıktığı evi yeniden yapmak gibi tersine bir sanatsal tutum icra etmek demekti. Eşi Vera ile Paris’in yedinci bölgesinde bir çıkmaz sokakta yaşıyordu, tam da geçtiğimiz hafta bir öğleden sonra bize veda ettiği yerde… Kendini göstermeyeli kırk yıl olmuştu; bir röportajını okumaya hasret kalmış, sesini unutmuştuk. Kendisini görünmez kılarak eserlerine alan açtığı, karakterlerini duygu’nun aktarıcısı değil duygunun kendisi olarak formüle ettiği biricik bir yolla kitaplığımızı doldurmaya devam etmişti yıllarca. Bu bakımdan Gustave Flaubert’ın “Sanatçı, gelecek nesilleri kendisinin hiç yaşamadığına inandırmayı başarmalıdır,” şeklindeki sözü Kundera’yı basitçe çağrıştırmakla kalmıyordu, aynı zamanda onu bütün yönleriyle ve tercihleriyle de betimliyordu. 

 

“İnsan hız yeteneğini bir makineye devredince her şey değişir: Artık kendi gövdesi oyunun dışındadır ve bir hıza teslim eder kendini, cisimsiz, maddesiz bir hıza, katıksız hıza, hızın hızlılığına…”

 

Yavaşlık – Milan Kundera

 

Kundera, 1929’un genç Çekoslovakya’sında politik bakımdan karmaşık bir dünyaya açtı gözlerini ve bu karmaşa onu hiç terk etmedi. 1945’te henüz lisedeyken komünizm coşkusuyla Rusçadan şiirler çevirdi, ilk kez kalem oynattı, ilk lirik şiirlerini yazdı, ilk şiiri bir dergide basıldı. Babasının müzikolog olmasının da etkisiyle müziğe ve piyanoya yönelip o alanda eğitim görmüş olsa da daha sonra eğitimini edebiyat ve sinema alanında yoğunlaştırdı. Öte yandan müzik onu hiç bırakmadı, kaleme aldığı birçok önemli eserinde iyi çalışılmış bir ritmin gizlendiği konusunda şüpheye yer yoktu, nitekim ustalık eserlerinde de müziğin ihmal edilemez bir yeri vardı. 

 

Genç Kundera’nın film üzerine eğitim aldığı yıllar onun artık ikna edilmiş bir komünist olduğu zamana denk düşüyordu, hatta gençlik kollarına bile kayıtlıydı. Bir röportajında o zamanlar Sovyetler’in Çekoslovakya’da iktidara gelmiş olmasını tutkulu bir biçimde desteklediğini itiraf ediyor, hatta ekliyordu: “Komünizm beni Igor Stravinsky, Pablo Picasso ve gerçeküstücülük kadar büyüledi.” Ancak bu durum çok sürmemiş, 68’de başlayan ve ifade özgürlüğünü giderek kısıtlı hale getiren Sovyet İşgalinin ardından Milan Kundera iki kez partiden ihraç edilmiş ve en nihayetinde Prag’daki Yüksek Film Çalışmaları Enstitüsü’ndeki öğretmenlik pozisyonu da elinden alınarak ülkeyi terk etmeye zorlanmıştı. Yazar daha sonra “Alay ve acıma” başlıklı makalesinde Çek hükümetinin tutumu konusunda bizi şöyle aydınlatmıştı: “Ülkesine sırtını dönen yazar değildir. Ama yazarı yasadışı ilan eden, onu saklanmaya zorlayan ve onu davası uğruna türlü acılara sürükleyen ülkesidir.” Kundera’nın 75’te eşiyle birlikte Fransa’ya gidişi ise onun yaşamında bir milat sayılırdı. Çünkü paradoksal olarak, kendi ülkesinde yayınlanmasının yasak olması ona bir özgürlük duygusu vermişti; hayatında ilk kez özgürce yazabilmiş, sansüre uğramamış, tehdit edilmemişti. 

 

“Ben de bu çemberin içinde dans ettim. Yıl 1948’di, ülkemde komünistler daha yeni zafer kazanmıştı ve ben diğer komünist öğrencilerle el ele tutuşuyordum… Sonra bir gün yanlış bir şey söyledim, partiden atıldım ve çemberden çıkmak zorunda kaldım.”

Kundera, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı

 

Kundera’nın ilk yazınsal meyvelerinin hepsi şiirdi. O, şiirden düzyazıya geçişi sıradan bir değişim değil, keskin bir ayrılık, bilinçli bir sıçrama olarak görüyor, şiiri başlı başına bir görüş, yönleniş olarak tasavvur ediyordu. 1979’da Normand Biron’a verdiği röportajda şiiri terk edişine ilişkin şu sözleri sarf etmişti: “Evet, şiir yazdım ama artık yazmaktan hoşlanmıyorum. Şiirin yerini düzyazıya bırakmak benim için bir türden diğerine basit bir geçiş değil, gerçek bir kopuştu. Ben şiiri bırakmadım, ona ihanet ettim. Benim için lirik şiir sadece edebi bir tür değil, her şeyden önce bir dünya görüşü, dünyaya karşı bir tavırdır. Ben adeta bir dinden çıkar gibi bu tavrı terk ettim. Öte yandan, lirik ekol, modern bir romancı için olmazsa olmazdır. Baudelaire’den sürrealistlere kadar modern edebiyata en büyük yenilikleri ve girişimleri getirenin lirik şiir olduğunu unutmayalım. Özgürleşmiş hayal gücü, yoğunlaştırılmış ifade, tek bir imge ile çağrışım yapma ve hareket etme yeteneği… Romanımın herhangi bir bölümünün kısa bir şiir gibi dolu, yoğun ve anlamlı olmasını isterim.”

 

Kundera sürgünde yaşamış ve orada ölmüş olsa dahi, memleketine değin parçaları birleştirerek oluşturduğu dünyalarda ve karakterlerde ondan kopamamış, Paris’teki izole bir köşede kendi köklerinin gerçekliğiyle kesintisiz buluşabilmişti. Eserlerinde baskın temanın sürgün olmasının en önemli sebeplerinden biri de buydu. ‘Bilmemek’ başlıklı eserinde sürgüne ve ülkeye dönüşe dair şu çarpıcı satırları kaleme almıştı:  “Bir yandan gemlenemez bir sıla hasretiyle acı çekmesi ve tamamen zıt, bambaşka deneyimler yaşaması, bu düş ve kâbusların gizemini iyice artırıyordu onun için: güpegündüz, ülkesinden manzaralar görünüyordu gözüne. Hayır, bu uzun ve bilinçli, istenen bir rüyalar silsilesi değildi, bambaşka bir şeydi: manzara görüntüleri kafasının içinde apansız, aniden, süratle parlıyor ve hemen sönüyordu. Şefiyle konuşuyor ve birdenbire, bir şimşek gibi kırlar arasından geçen bir yol görüyordu. Bir metro vagonunda itilip kakılırken birden saniyenin bir parçası boyunca Prag’ın yeşil bir semtindeki küçük ağaçlıklı yol karşısında beliriyordu. Bütün gün bu uçucu görüntüler onu ziyarete geliyor, kaybolan Bohemya sının eksikliğini gideriyorlardı. Gündüzleri ona ülke manzaralarından mutluluk resimleri gibi parçalar gönderen bilinçaltının sinemacısı, geceleri aynı ülkeye tüyler ürpertici dönüşler organize ediyordu. Gündüz, terk edilen ülkenin güzelliğiyle aydınlanıyordu, geceyse oraya dönüşün dehşetiyle. Gündüz ona kaybettiği cenneti gösteriyordu, geceyse kaçtığı cehennemi.”

 

İlkyaz olarak bu sayımızda, eserleri kitaplığımızdan, satırları belleğimizden, lirizmi yaşama coşkumuzdan eksilmeyecek olan, günler önce yitirdiğimiz büyük usta, büyük romancı Milan Kundera’nın gençlik çağında ateşli bir komünizm destekçisi iken kaleme aldığı, ilk kez Türkçeye çevrilen manifestan kısa şiirlerinden sunuyor ve yazarın hikayesinin ve gençlik çalışmalarının yazın yaşamının başındaki bütün genç yazarlara ilham ve umut olmasını diliyoruz.

 

Çekce

“O práci vůbec, 

O straně vůbec, 

Těch vůbeczpěvů, básníku, už nech! 

Mluv o lidech!”

 

İngilizce

“…About peace in general, 

about work in general 

about the Party in general, 

poet, give up these generalities! 

Talk about people!”

 

Türkçe

“Genel manada,

Barış hakkında olsun,

İş hakkında olsun,

Parti hakkında olsun,

Şair! Vazgeçin bu genel geçer şeylerden!

Konunuz bir tek insanlar olsun!

 

***

 

Çekce

“Vy, které na kříž frází 

by chtěli přikovat, 

volejte, křičte: Člověk 

je nekonečný sad!” 

 

İngilizce

“You whom they would like to nail 

on the crucifix of clichés, 

Call out, yell: Man 

Is an unending garden!”

 

Türkçe

“Sen,

Klişelerin çarmıhına çivilenmek istenen

Bağır yüksek sesle, haykır:

İnsan bir bahçedir sonu gelmeyen”

 

***

Çekce

“Na dno lidí potápí se 

básník potapěč 

Jenom tak, jen tam si najde 

do bitev svůj meč. 

 

Který básník jenom z páry 

slov si kuje meč 

jeho báseň nevydrží 

ani první seč

 

İngilizce

To the depth of the people dives 

the diver poet 

This is the only way for him to find 

his sword for battle

 

Those poets who forge 

their swords from the mere vapour of words

such poets’s poems will not survive 

even the first skirmish.

 

Türkçe

Halkın derinliklerine dalar

Dalgıç Şair

Kılıcını bulmasının tek yoludur bu

Bir savaşta

 

Oysa kılıçlarını sözün buharında döven

O şairler

Ölüp giderler

İlk çarpışmada

 

Çeviri: Halil Gediz

 

Milan Kundera’yı saygıyla anıyoruz…

 

Kaynak:

 

  • Culik, Jan (2007) Man, a wide garden: Milan Kundera as a young Stalinist. Blok, miedzynarodowe pismo poswiecone kulturze stalinowskiej i poststalinowskiej.

 

 

  • http://www.buzz-litteraire.com/200606271445-la-plaisanterie-de-milan-kundera/

 

 

 

 

  • https://fr.wikipedia.org/wiki/Milan_Kundera

Bunları da Sevebilirsiniz

Bir süredir karımın neye benzediğini hatırlamıyorum. Hayır, kendisi ölmedi. Boşanıp uzun yıllar birbirimizi görmemiş de değiliz. Yani, henüz. Ayrıldığımızdan da pek emin değilim. Çünkü teorik olarak hâlâ aynı evde yaşıyoruz. Fakat son üç aydır aynı anda evde olsak da onunla hiçbir şekilde karşılaşmadığımızı söyleyebilirim. Şöyle ki; işten gelip evin kapısını açtığım zaman aynı anda yatak odası kapısının kapandığını ve arkadan kilitlendiğini duyuyorum ya da mutfağa girdiğimde aynı anda …

Share

İlkyaz ile her ay öncelikli olarak üç genç yazarı tanıtıyoruz sizlere. Bir öykü veya birkaç şiirden oluşacak bu eserleri İlkyaz gönüllüleri olarak İngilizce’ye çeviriyor ve dünya kamuoyuyla tanıştırmak için çabalıyoruz. Mart ayı için seçilen yazılar ve yazarları aşağıda bulabilirsiniz! Seçtiğimiz isimlerin yazılarını her ay dünyanın farklı bir yerinde konumlanan PEN merkezinden biri o ülkenin diline …

Share
Önceki / Previous Sabahattin Ali'nin Potsdam Şiiri "Daüssila"
Sonraki / Next Gece Cinleri