Gecenin bir vakti açıldı gözleri ve dikildi yukarı doğru, tavana, karanlığa
hiçbir şey yoktu karanlıkta ya da karanlık bir şeydi, o şey, hiçbir şey
gençleşmiş sakalıyla oynadıktan sonra kapattı gözlerini
ve en güzel kızı hayal etti, çok güzel bir kız, gerçek olamayacak kadar güzel;
şafağın bir vakti açıldı gözleri ve dikildi yana doğru, yastığa, boşluğa
hiçbir kimse yoktu yastıkta ya da kızıl bir şeydi, o kimse, hiçbir kimse
beyazlamış sakalıyla oynadıktan sonra kapattı gözlerini
ve en çirkin kadını hayal etti, çok çirkin bir kadın, yalan olamayacak kadar çirkin
gecenin bir vakti açıldı gözleri ve dikildi aşağı doğru, zemine, maviliğe
bir şey vardı mavilikte, karanlık bir şeydi, o şey, bir şey
sonra sesler duymaya başladı, dalgaların sesleriydi üzerindeki dalgaların
sonra uğuldama duymaya başladı, canavarın uğultusuydu altındaki canavarın;
canavarı göremiyordu ancak uğultu gitgide yaklaşıyordu
gözlerini açtı, kapattı, açıp kapattı, kapattı, açtı, kapatıp açtı
her şey aynıydı: Aynı kare, aynı sesler, aynı kızıllık.
Ellerini hareket ettirmeye çalıştı, bir işe yaramadı, donup kalmış gibiydi
çığlık atmayı denedi, ses telleri kızıl bir mavilikle erimişti, pes etti
ve kucakladı sessizliği, açtı gözlerini Ay’ın ışığına karanlık bir deniz.
”Uyku…”
”Güzel kız, güzel olmaktan da öte olan kız…” diyerek açtı gözlerini tavana doğru
emin olmak için bir sağa bir sola dönüp durdu sonra baktı zemine doğru
o denizimsilikten bir iz yoktu ancak bu sefer başka şeylerle doluydu zemin.
Yapraklarla.
Bir dürtü gibi, sıradanlıkla zemine doğruldu, birkaç yaprağı eline aldı, tuhaftı;
”Sonbahar, sonbahardan da öte olan…” diyerek açtı gözlerini zemine doğru
emin olmak için bir aşağı bir yukarı baktı sonra oturdu zemine doğru
o sonbaharımsılıktan bir iz yoktu ancak bu sefer başka köklerle doluydu zemin:
Bir ağaca dönüşmüştü bedeni, bir ağaç, sonbaharın hapsettiği bir ağaç
önce şaşkına döndü sonra üzerindeki yaprakların düşüşünü duydu ve huzur buldu.
”Güzel yapraklar, güzellikten de öte olan yapraklar…” diye tekrarlardı.
Dallarıyla.
Ağaç konuşabilir miydi oysa ki? Konuşan ağaç mıydı yoksa ağacın dalları mı?
Belki de delirmişti ya da deliliğin de ötesindeydi.
Uyandığında normale dönmüştü her şey:
Aynı renksizlik, Güneş’in cam aralığından sızmaya çalışan ışınlar, aynı tavan.
Yüzünde gezdirdi ellerini ancak hiçbir şey hissetmedi, uyumaya devam etti
ve açtı dalgözlerini Güneş’in ışığıyla kararacak olan bir ağaç;
dallarıyla kapladı bütün odayı, bütün karanlığı, bütün korkuları
sonra kendi içine kapandı yavaş yavaş bir daire gibi
deliliğinde ötesinde olan bir sonbahar gibi.