TÜRKÇE

“Seninle bütün gün aynı evde kalsam kafayı yerdim dedi, takla atarak uyanmak nedir? Şu çarşafın haline bak.” Her yer şişe ve tabak dolu. Kedi de üzerinde gezmiş hepsinin. Gülümseyip geçtim. “Sen gelmiyor musun?” dedi. “Yok, biraz yürüyeceğim. Hava almam lazım. Görüşürüz.” Dedim, benimle bir daha görüşmeyeceğini bilerek. Ayağa kalktım,paltomu sırtıma geçirdim; ellerimi kısa bir süre saçlarında dolaştırıp, saçlarını yüzüne gözüne bulaştırıp vedalaştım kendimce onunla. Ardından usulca, arkama bakmadan yürüyüp mekândan çıktım. Attım kendimi sokağa. Herkes aynı çöplükte yaşıyordu ya da belki de öyle sanıyorlardı. Durdum. Yoluma bir göz attım ve yürümeye devam ettim. Nereye gideceğime ve ne yapacağıma karar vermemiştim. Zaten umurumda da değildi. Belki de böylesi en iyisiydi. 

Rutine giren her şey bir zaman sonra can sıkardı. Tıpkı yedi yirmi dört kafanı ütüleyip duran müzmin bir tasa gibi. Yeteri kadar uyuyamamak gibi. Ay sonunu düşünmek gibi. Ama rutine girmeyen şeyler kalıcı olmuyordu genelde. Lakin olduğu da oluyordu tabii. Dünya denen yere para için uyanarak, zorla bir şeyler atıştırıp, saç tarayıp, ayakkabıları giyip, apar topar çıkıp, kapının, camların ya da tüpün düzgün kapanıp kapanmadığını düşüne düşüne insan topluluğunun içine dalmak; ikinci, hatta bazen kaçıncı olduğunu bile bilmediğimiz, görmediğimiz suratlara bakmak, henüz işitmediğimiz sürüyle yalana tanık olmak, başardığımızda torpilli, başaramadığımızda rezil olduğumuzun sanıldığı ve benzeri sürüyle durumla karşılaşmak için gelmiş olamazdık tabii ki. Kitaplar, kağıtlar, kalemler, kadınlar ve tiyatro iyi ki var. Derken Cavit patron karşıdan geliyor. Sıkıştırmış meşrubatı koltuk altına.Sağı solu kesiyor, yan çiziyor hafiften. Saat de daha sabahın onu. 

“Cavit ağabey nasılsın? Nasıl gidiyor hayat?” 

“Bozuk, Allah’ a şükür koçum.” 

“Dikkat et kendine, fazla takılma ona buna.” 

“Betsin yani,” diyorum gene. Kısık sesle tabii. Normal bir günde, normal bir bireye yetecek enerji mevcut. Ama şartlar normal olabiliyor da olmayabiliyor da. Hayatın çelmesini yemişti sanırım insanların hepsi kendince buralarda. İlerledim. Baktım bizim hayalperest Kadir karşımda: 

“Ne haber?” dedim ona da. 

“Çıkacağım abi,” dedi, “Bu bataklığın içinden. Daha nice anılar eskiteceğiz hep birlikte 

Ne arabalara bineceğiz ne mekanlar göreceğiz daha önce hiç girmediğimiz. Onunla bununla 

göz göze gelmediğimiz, ısmarlamadığımız buzlu tekler…” 

“Ufak at,” dedim ona. Bozuklukları verdim bu arada bir kâğıt toplayıcısına. Biraz daha yürüdüm, baktım karşı kaldırımda bir karşı cins ve ansızın esen, burnumun ucuna parfümünün kokusundan getiren bir yel. Meraklanma. Tüm bu zaruretin ve sert geçen kışın ardından açan ilk çiçek yine senin. Neyse geç hadi! Sen de git durma. Yapılması gerekeni yapma cesaretinden yoksun olduğunun farkına varabilmek kazanç; lakin eksiklik de diğer bir bakıma. Çok çabuk unutuyorduk kendimizi. Suçumuz muydu bir bardak suda deniz görmek yoksa? Ama olurunu da zamana bırakmayı da bırakıyordunuz haliyle zaten bir zaman sonra.Kafan karışık, nahoşken, yürüyorken odana giden yollarda; eve yaklaştığında cebini yoklayınca ilk seferde eline gelmeyen cüzdan yüzünden en çok karnına; ama genelde bütün vücuduna aniden saplanan ağrı gibiydi aşk. Avucunun içinde sımsıkı tuttuğun anahtarı tüm evin içinde arayıp daha sonra farkına vardığında; ne yapıyorum ben, kafa mı kalmış? Deyip kestirip atmaktı aşk. Ya da arayıp durmak boyuna. Şefkati yeterince beslediğinde, dünyanın en derin mutluluğundan ve bedbahtlığından oluşmuş bir şeyler oluyordu aniden bu duygular.Çoğu kimseler, neyi kastetmek istediklerini de tek seferde söylemezdi. Korkunç, akıl almaz taktikleri vardı çıkarları uğruna herkesin. İyiyse susmalı, kendine saklamalı bence bu durumu insan. Çünkü mutluluk denen şey paylaştıkça azalır, daha sonra yok olur toptan. 

Bir şeylerin yoluna girebilmesi için, bazen her şeyin çığırından çıkması gerekir. Ters etki diye bir şey var hayatta. Seni en çok seven aynı zamanda tokat atanın olabilir, biletini kesebilir başka taraflara. Yolda yürürken kafana saksı ya da soğuk su inebilir. Bir kuş içine edebilir yeni aldığın kıyafetinin mesela. Kim bilir. Evren, sen bir şeylerin peşinde koşarken kendiliğinden olanlardan ibarettir belki de. Kaybederek kaybetmemeyi öğrenir insan. Zafer açlığı çekerek uzanır zafere. Ve bazen bir odanın kapısını kapatıp yalnız kalmak, hiçbir şeyin uğruna değişilemez belki de. Derken taşı yedim en sonunda bende kafama. Ulan Caner. Bir gün kalacaksın elimde koçum bu huyunla. 

 

ENGLISH

 

“He said, ‘I’d go crazy if I stayed in the same house with you all day, what’s waking up doing somersaults? Look at the state of that sheet.” Everywhere is full of bottles and plates. And the cat roamed on all of them. I smiled and passed. “Aren’t you coming?” he said. “No, I’m going to walk a bit. I need to catch a breath. See you soon.” I said, knowing that he would never see me again. I got up and pulled my coat on my back; I ran my hands through her hair for a short time, and then ran her hair over her face saying goodbye in my own way.  

Then I walked out softly, without looking back. I threw myself into the street. Everyone lived in the same dump, or maybe so they thought so. I stopped. I glanced my way and kept walking. Where to go and I hadn’t decided what to do. I didn’t care anyway. Maybe that was the best. Anything that got into the routine would get boring after a while. It’s like ironing your head 24/7. It’s like a standing stone. It’s like not getting enough sleep. It’s like thinking about the end of the month. And yet, things that didn’t make it into the routine were usually not permanent. But of course, it happened. We couldn’t all have came into the world waking up for money, forcibly snacking, combing hair, putting on shoes, leaving in a hurry, thinking intensely about whether the window was shut the right way or not while diving into the human community; the second or however many times looking at these faces we see, witnessing a ton of lies we are yet to hear, being labeled as having “friends in high places” when you succeed and shamed when we fail, and so on. 

Of course, we don’t exist just to face the situation. Books, papers, pens, women, theatre all exist, 

I’m glad they exist. There Cavit the boss comes from the opposite direction. Soft drink compressed under an arm. He stares left and right, cutting sideways slightly. It’s only ten in the morning. 

“Brother Cavit, how are you? How’s life going?” 

“It’s broken, grace be to Allah koçum.*” 

“Take care of yourself, don’t get too hung up on it.” 

“You’re in bad shape again” I say. In a low voice, of course. On a normal day, there is enough energy for a normal individual. But conditions may or may not be normal. Here it seemed everyone was tripped up by life one way or another. 

 I moved forward and looked at our dreamer Kadir 

“What’s the news” I said to him 

“I’m going to get out, brother,” he said, “out of this swamp. We will make many more memories together. We will ride many cars we’ve been in and see places we’ve never seen before. Eyes we couldn’t catch, before two single shot glasses on ice that we’re yet to order…” 

“Don’t exagerate,” I told him. I gave the coins to a paper collector on the way. A little further ahead 

I saw a person of the opposite sex, on the opposite sidewalk, and suddenly the breeze was blowing perfume on the tip of my nose. 

A wind that brings from its scent. Don’t worry. After all this necessity and harsh winter, the first flower is yours again. Anyway, go on! You leave too.  

Being able to realize that you lack courage to do what needs to be done is a gain; as well as a deficiency in a different way. 

We were forgetting ourselves very quickly. Was it our fault to glance into the sea in a glass of water? 

But you would stop leaving it to time after a sometime too. When you are tipsy and confused, walking on the paths leading to your room; As you approached the house, probed your pocket to notice the wallet was not there, and the whole body would tense up. 

Love was such a stabbing pain. Searching for the key you are holding tightly in the palm of your hand throughout the house, before realising. What am I doing, do I have any sense left? Love was to say that before throwing it away. Or to keep searching endlessly. When you nurtured compassion enough, these feelings would be nurtured out of happiness. And many people would not say what they meant at once. Everyone had terrible, mind-boggling plots and plans for the sake of their self interests. 

If something is good, one must shut up, keep it to themselves, keep it quiet I think human being. Because what is called happiness decreases as it is shared, and then disappears altogether. 

In order for things to work out, sometimes things have to get out of hand. Reverse 

There is such a thing as reverse influence in life. The one who loves you the most may also be the one who slaps you the hardest, give you a ticket for totally different places. 

While walking on the road, a flower pot or cold water may land on your head. A bird could ruin 

for example, the outfit you just got. Who knows. Universe, perhaps it’s what occurs naturally while you’re busy chasing some things One learns not to lose by losing. Triumph reaches for victory through hunger. And sometimes closing the door of a room and being alone could not be exchanged with anything else in the world, perhaps. While saying all that I finally got that rock in my own head. Damn you Caner. One day you’ll be left in my hands with this habit of yours, koçum*.

 

*koçum: My coach; my boy, mate. Also koç: ram, Ovis (animal)

 

Bunları da Sevebilirsiniz

THE NEIGHBORS’ WINDOW (written & directed by Academy Award-winning filmmaker Marshall Curry) tells the story of a mother (Maria Dizzia) who has grown frustrated with her husband (Greg Keller) and her daily routine. But her life is shaken up when two free-spirited twenty-somethings move in across the street and she discovers that she can see …

Share

bir ormana büyütüyorum gözlerimi göğsümü bir ormana. bunca kapandıkları yeter bunca ağırlığa tövbe artık. kabulleniş bir çeşit direniş bugünlerde. sessiz sedasız bir çeşit başkaldırı. zulmün duvarları yokluyor kendini temelden çatıya. bunca ses yeter bir sussanız artık. yerine oturtmayacak söz manayı eksiltir. bunca kalabalık yeter tekilliğe çoğalıyorum. çünkü yalnızken de insan büyük bir savaştadır. artık tarih …

Share
Önceki / Previous Beş Genç Yazar ile, 500 Kelimede "Ev" / 500 words from 5 Writers On "Home"
Sonraki / Next İlkyaz Issue #33 Is Out!