“Şimdilik sakinim ama bu filmin ikincisini çekerlerse yakıp yıkarım ortalığı,” demişti Bayram abi. Bunu dedikten bir hafta sonra canına kıydı. Köprüden atlamadı, kafasına da sıkmadı; zehirledi kendini hem de şarkılarla. İçki ve ilaç gibi şarkıları da belli bir ölçüde almak gerekir;
bilmeden, göz kararıyla kullanmak tehlikeli olacağından bu ölçüyü sadece hassas ruhlar ayarlayabilir. Bayram abi de onlardan biriydi, Serap abla anlamamış olsa da.
Mahallemin abisiydi ama onunla sanayide çalıştığım yaz tanıştık. Yan dükkânda döşemecilik yapıyordu. Gün içinde geleni gideni, uğrayanı olmadığı gibi fazla müşterisi de olmuyordu. Taş çatlasa haftada beş araba geliyordu dükkânın önüne. Zamanını film izleyerek geçirirdi bu yüzden. Ustam yokken ben de eşlik ederdim ona. Gördüğüm en kültürlü adamlardan biriydi. Çevresindekiler televizyondaki vasat filmleri izlerken o İran sinemasını takip ederdi. Batılılar film çeker Doğulular hikâye anlatırdı ona göre. Filmin kırılma noktalarını bulup hikâyenin seyrinden finali tahmin eder neredeyse tüm yönetmenlerin imza sahnesini bilirdi.
Bir gün, “Bayram abi,” dedim ısmarladığı gazete kâğıdına sarılmış köfte ekmeği yerken. “Niye bu kadar çok film izliyorsun?”
“Herkesin bir tutkusu var hayatta, benimki de bu işte.”
Yalan söylemişti. Onun bu hayattaki asıl tutkusu hâlâ masasında nişandan kalma fotoğrafını sakladığı Serap ablaydı. Kendine bir bakana bir daha baktıran, güzelliğiyle mahalleye nam salmış Serap abla. Ben küçüktüm o zamanlar ama mahallede el ele dolaşmalarını, biz maç yaparken aklımızı alma konusunda en az onun kadar yetenekli arkadaşlarıyla kaldırımda çekirdek çitlemesini hatırlıyorum Serap ablanın hatta Mesut abiyle kaçtığı gün de dün gibi aklımda. Hatırlayamadığım Bayram abinin sağ kolunu alan trafik kazası. Hem kolunu hem sevdiği kadını hem en yakın arkadaşını hem de ailesini kaybetmişti o kazayla. Ona sormaya çekiniyordum. Annemse bu olay hakkında sadece geçmiş olsuna gittiğini hatırlıyor. Ustama sorduğumda da, “Otur oturduğun yerde o serseriyle de görüşme,” demişti. Mahalledeki teyzelerin dedikodusuna göreyse o kazada arabayı Mesut abi kullanıyormuş. Bir ağustos günü Bay- ram abiyle Serap abla daha bir aylık nişanlıyken arabayı sahile çekip önce alkol sonra uyuştu- rucu kullanıp o kafayla sahil yolunda dört takla atmışlar.
Taburcu olduktan bir iki gün sonra Serap abla yüzüğü geri vermiş. “Kolum yok ama kalbim hâlâ yerinde,” dediğinde de dinlememiş onu. Uyuşturucu kullanması, doğru dürüst kazancı olmayışı, en başından bu işin olmayacağının belli olması öne sürülen bahanelermiş ama herkes biliyordu ki nişanın atılmasındaki sebep Bayram abinin olmayan koluydu.
Bunları filme ara verdiğimizde, masanın altındaki viskisini –alkol hariç ne konsa kabul etmeyecek hale gelen– kadehine doldururken anlatıyordu ara sıra göz ucuyla köşedeki fotoğrafa bakmayı da ihmal etmeyerek. İçim içimi yese de bir şey sormuyor onun anlattıklarıyla yetiniyordum. Bir abimin olmayışı ve babamı da geçen kış kaybettiğimden bana da faydalı oluyordu anlattıkları, sen sen ol deyip verdiği öğütleri. Kadınlar hakkında da çok şeyden öğrendim ondan hem de en az filmler kadar. Hikâyenin yaşanabilir veya yaşanmış olması gerektiğini o öğretti bana. Bu günden o zamana bakıyorum da eğer onunla tanışmasam yazı çizi işlerine bu şekilde yönelmezdim.
Memlekete her geldiğimde muhakkak yanına uğrar ısmarladığı köfte ekmeği yerken film izlerdik. Sanki yıllardır masasından hiç hareket etmemiş hissi verirdi. Sadece saçları dökülmüş yüzü biraz kırışmıştı. O gün de her zaman olduğu gibi film hakkındaki düşüncelerini söylemişti, şimdilik sakinim… Ben de çocukluktan kalma bir alışkanlıkla yine bir şey sormayıp anlatmasını bekledim. Anlatmadı. Köfte ekmeğe yumulmuşken filmi durdurup bana baktı. O filmin senaristini tanıyıp tanımadığımı sordu. Tanımadığımı söyleyince de okuduğum okula, çalıştığım sektöre sayıp sövdü. O sanayide herkesi tanırmış herkeste onu. Bunu söylerken beyaz bir kamyonet durdu dükkânın önünde. Önceden Mesut abinin işlettiği yerin yeni sahibi odun getirmişti. Boğazımda bir şeyler düğümlendi. Nerdeler, ne yapıyorlar, nasıllar, pişman oldular mı acaba diye düşündüm; mesela Serap abla şu an sırf iki kolu var diye kalpsiz bir adamın yanında daha mı mutluydu?
“Büyüdükçe Erkut abiye benziyorsun,” dedi senarist muhabbetini kapatıp kamyonete de bakmamaya çalışarak.
“Doğru abi,” dedim.
Derin derin düşüncelere daldığı yüzünden okunuyordu.
“Zamanında baban demişti, Mesut piçiyle dolaşma cinsini siktiğim cinsine çeker diye de dinlemedik.”
Mesut abinin babasıyla babam –apartman yapılırken ki kavgadan dolayı- birbirlerini hiç sevmezdi. O kadar büyük bir kavgaymış ki annemin Perihan teyzeyle konuşmasını bile istemiyordu rahmetli.
“Boş ver abi,” dedim. “Olan olmuş yıllar geçmiş üstünden.”
Bir şey demedi. Kamyonet dükkânın önünde durdukça sinirleniyordu. Bir kadeh daha içtik-ten sonra sandalyesinden kalktı. Dükkânın önüne çıkıp adamlardan aracı çekmelerini istedi. Kamyoneti ileriye aldılar. Geri dönerken kılıfları tekmeleyip bağırdı.
“Bok var sanki, memlekette tutacak başka yer kalmamış gibi geldiler ağzımın içine.”
“Yapacak bir şey yok abi herkes ekmeğinin peşinde.”
“O dükkândan ekmek çıkmaz kardeşim oranın duvarlarında şerefsizlik var.”
Hayatın puştluğu olsa gerek ki yan tarafa fırın açılıyordu. Bunu hatırlatıp daha da sinirlen- dirmek istemedim. Adamın biri selam verip içeri girdi. Önce beni yokladı sonra viski istedi. Bayram abi dolaptan şişeyi alıp poşete koydu. Gümrükten ucuza getiriyormuş bunları, son zamlardan sonra da iyi iş yapmış.
“Abi,” dedim. “Bir şey olmasın?”
“Tek kolu olan adama kim n’apabilir kardeşim?”
Bir hafta sonra ölüm haberini aldığımda senaryo toplantısını iptal edip cenazeye gelirken o günü düşündüm. Tek kolu olan adama kim n’apabilir di? Ama yapmıştı işte Serap abla. Hem de Bayram abinin ona en fazla ihtiyaç duyduğu zaman yüzüstü bırakıp gitmişti onu hem de en yakın arkadaşıyla beraber. Hiç mi sızlamamıştı vicdanı? Hiç mi sevmemişti?
Cenazeye sanayi esnafının da katılacağını düşünürken yedi kişiyle götürüp gömdük Bayram abiyi. Herkes gidince mezarına eğildim. Toprağına dokundum. Kendimi daha da tutamayıp ağladım. Beraber geçirdiğimiz günler aklıma geldi. İzlediğimiz filmler, konuştuğumuz konu-lar çok olmasa da ara sıra gülmelerimiz. Mezarlık dönüşü yerden niye kalkamadığını düşünürken ustamın yanına uğradım. Sevdiğimi bildiğinden köfte ekmek ısmarladı, bitiremedim. Tadı değişmişti sanki bir haftada.
Kamera kayıtlarından izlemiştim her şeyi. Bayram abi mekândan çıkıyor dört beş adım sonra devriliyordu. Görüntü arkadan çekilmiş ve oldukça sinematografikti. Ne kadar alkol komasından öldü deseler de tanırım ben abimi, o alkolden ölecek adam değildi. Olsa olsa o birahanenin –insanın kemiklerini de eriten– şarkılarından zehirlenmiştir.
“Usta,” dedim “Bayram abi o gece devrilmeseydi gelip yandaki fırını yakacaktı.”
“Nerden biliyorsun lan?”
“İşim bu benim, hikâyenin seyrinden finali tahmin etmek.”
“I’m calm for now, but if they make a sequal of this movie, I’ll destroy everything,” said Bayram brother. He committed suicide a week after saying this. He didn’t jump off the bridge or shoot himself in the head; He poisoned himself with songs. Like alcohol and medicine, songs need to be taken with caution; since it would be dangerous to use it without a measure, only sensitive souls can set this recipe. Brother Bayram was one of them, even though Serap did not understand.
He was the older brother in my neighborhood, but we officially met during the summer I was working in the industry. He was working as an upholsterer in the store next door. They had no visitors or many customers either. On a lucky week, five cars were coming to the shop. That’s why he spent his time watching movies. When my master was away, I would accompany him. He was one of the most cultured man I have ever seen. While those around him watched mediocre movies on television, he followed Iranian cinema. According to him, Westerners would make movies and Easterners would tell stories. He would find the breaking points of every movie and predict the finale from the course of the story. He knew the signature styles of almost all the directors.
One day I said, “Brother Bayram,” while eating the meatball bread wrapped in newspaper that he ordered. “Why do you watch so many movies?”
“Everyone has a passion in life, and this is mine.”
He lied. His real passion in this life was Serap, whose engagement photo he still kept on his desk. Serap, who is famous in the neighborhood with her beauty and makes anyone look at her twice. I was little at that time, but I remember them walking around the neighborhood hand in hand and when we were playing football she and her friends who were just as talented at blowing our minds off were on the sidewalk eating sunflower seeds. I remember the day Serap ran away with Mesut brother as if it was yesterday. What I can’t remember is the car accident that took Bayram’s right arm. He lost both his arm, the woman he loved, his best friend and his family in that accident. I was hesitant to ask him. My mother only remembers this incident briefly. When I asked my master, he said, “Sit down and don’t talk to that bum.” According to the gossip of the aunties in the neighborhood, Mesut brother was driving the car in the accident. One August day, when Bayram brother and Serap sister were only engaged for a month, they pulled the car to the beach, drank alcohol and took some drugs, and rolled over four somersaults on the beach road.
A day or two after he was discharged, sister Serap gave the ring back. She didn’t listen when he said, “I don’t have an arm, but my heart is still here.” The excuses given for the engagement to end were that he was using drugs, that he did not have a decent income, and that it was clear from the very beginning that this would not work, but everyone knew that the real reason for this separation was because Bayram brother had a missing arm.
He told me these while we were taking a break from the movie, while pouring whiskey into his mug from under the table – he didnt accept anything other than alcohol – while looking at the engagement photograph in the corner. Even though it pained me, I didn’t ask anything and was content with what he told me. Since I don’t have an older brother and I lost my father last winter, things he told me and the advice he gave me was useful for me. I learned a lot about women from him, at least as much as from movies. He taught me that the story must be livable or lived. Looking back to that time, I realize that if I had not met him, I would not have begun writing and drawing in this way.
Anytime I came to my hometown, I would always visit him and watch a movie while eating the meatball sandwiches he ordered. It felt like he hadn’t moved from his desk in years. Only his hair had fallen out a bit and his face was a little wrinkled. That day, as always, he told me his thoughts about the film, “I am calm for now…” So, as a habit from my childhood, I did not ask anything and waited for him to explain. He didn’t tell. While we were eating our sandwiches, he stopped the movie and looked at me. He asked me if I knew the screenwriter of that movie. When I said I didn’t know him, he started cursing to the school I attended and the industry I worked in. Everyone in that industry knew him. While he was saying this, a white truck stopped in front of the shop. The new owner of the place previously run by brother Mesut brought wood. Something got stuck in my throat. I wondered where they were, what they were doing, how they were, whether they regretted it; for example, was Serap happier with a heartless man who had two arms?
“As you grow up, you look more like brother Erkut,” he said, ending the conversation about the screenwriter and trying not to look at the truck.
“That’s right,” I said.
It was easy to tell he was deep in thought.
“Your father once said, don’t hang around with this fucker Mesut or you will become like him, we didn’t listen…”
Mesut brother’s father and my father did not like each other at all due to the fight that took place while the apartment was being built. It was such a big fight that my dad didn’t want my mother to talk to even Aunt Perihan.
“Forget it, brother,” I said. “Years have passed since that.”
He didn’t say anything. He was getting angrier as the truck remained in front of the store. After another drink, he stood up from his chair. He went to the front of the store and asked the men to move the vehicle. They moved the truck forward. He kicked and yelled as he walked back.
“This is shit, they came right next to me as if there was no place left to park in the country.”
“There is nothing to do, everyone is after their bread.”
“There is no fair bread in that shop, brother, there is dishonor on the walls there.”
Must have been the stupidity of life, there was a bakery opening next door. I didn’t want to remind him of this and make him even more angry. A man said hello and entered. First he looked at me, then he asked for whiskey. Brother Bayram took the bottle from the cabinet and put it in the bag. He was bringing them cheaper from customs and he did good after the last price increases.
“Brother,” I said. “What if you get into trouble?”
“What can anyone do to a man with only one arm?”
When I received the news of his death a week later, I canceled the script meeting and thought about that day on my way to the funeral. What could anyone do to a man with only one arm? But that’s what Serap sister did. And when Bayram needed him the most, she abandoned him and left with his best friend. Had her conscience ever ached? Hadn’t she ever loved him?
While we thought that tradesmen from the industry would also attend the funeral, we took Bayram brother and buried him with seven people. When everyone left, I bowed to his grave. I touched the soil. I couldn’t hold myself back and cried. I remembered the days we spent together. The movies we watched, the things we talked about, though not often, the times we laughed. While I was wondering why he couldn’t get up from the ground on the way back from the cemetery, I stopped by my master. He knew I liked it so he ordered meatball sandwiches but I couldn’t finish it. The taste seemed to have changed in a week.
I watched everything from camera recordings. Brother Bayram left a place and collapsed after four or five steps. The image was shot from behind and was also very cinematographic. No matter how many people say he died of alcohol coma, I knew him, he was not a man who would die from alcohol. Him being poisoned by the terrible songs of that bar is more likely.
“Master,” I said, “If Bayram had not died that night, he would have come and burned the oven next door.”
“How do you know?”
“That’s my job, to predict the end from the course of the story.”