George Orwell’ın o güzel sözüyle başlamak istiyorum yazıma: “Hiçbir yararı olmayacağını bile bile insan kalmanın çok önemli olduğunu düşünüyorsan, onları yendin demektir.”

Hepimiz insan olarak doğuyorduk evet. Ama kaçımız insan olarak kalmayı, insan olmayı sürdürebiliyorduk? Peki neydi insan? Tasavvufi inanca göre Allah’ın yeryüzündeki bir parçası, yansıması mı; sözlük anlamı olarak ele alırsak aklı ve düşünme yeteneği olan, dille anlaşabilen en gelişmiş sayılan yaratık mı, Ademoğlu mu; ya da Mark Twain’in” İnsan Nedir?” adlı kitabında ele alıp işlediği gibi dış etkenler olmadan düşünemeyen, üretemeyen, tamamen dış etkenlere göre programlanmış bir makine mi?

Aslına bakarsanız bu tanımların hiçbiri yansıtmıyor George Orwell’in insan anlayışını. Ben de bu İngiliz yazarla aynı düşüncedeyim. İnsan olmak ya da insan kalmak hangisini düşünürseniz düşünün, insani değerlerini yitirmeden hayata devam etmektir. Yani  bir insana, bir hayvana hatta bir bitkiye dahi merhamet edebiliyorsan evet , insansındır. Başkalarının acılarıyla üzülüp sevinçleriyle mutlu olabiliyorsan insansındır. Haksızlıklar yalnız sana değil; başkasına da yapıldığında göz yummuyorsan, yardım diye el uzatanın elini tutabiliyorsan evet, insansındır.

Dostoyevski ünlü “Suç ve Ceza” romanında belki de Raskolnikov’un yaptıklarını mantığa bürümek ya da onun yaptıklarına bir açıklamak getirebilmek adına kahramanın içinde yaşadığı çevreyi düşünerek şöyle demiştir: “Her şey insanın içinde yaşadığı ortama, şartlara bağlıdır. Her şeyi belirleyen çevredir. İnsan bir hiçtir.” Kesinlikle katılmıyorum ünlü yazarın bu görüşüne. Bu, olsa olsa insan olamayanların bahanesi, karamsarların çıkış noktasıdır. Hangi ülkede, hangi şehirde, hangi ailede doğmuş olursan ol; insan olmak da senin elinde insani değerlerini yitirmek de. Çünkü Ademoğlu da dediğimiz insanı diğer canlılardan ayıran da bu irade ve bilinç değil midir? Sen ne olmak istersen, o olursun. Bunun için ne çevrenin ne de şartların önemi vardır. İnsan iyiliği önce içinde arayıp bulmalı ki sonra karşısındakinden iyilik, insanlık beklesin.

Ne de güzel söylemiş Tuncel Kurtiz: “Arada bir aynaya bakmalı insan. Güzel miyim diye değil, insan mıyım diye.” Hepimiz arada bir aynaya bu düşünceyle bakıp sorgulamalıyız kendimizi belki de.

 

 

Bunları da Sevebilirsiniz

Memories of my father. Published on October, 7 2019 by The New Yorker Illustration by Emiliano Ponzi Of course I have a lot of memories of my father. It’s only natural, considering that we lived under the same roof of our not exactly spacious home from the time I was born until I left home …

Share

Füruğ Ferruhzad yedi çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olarak 5 Ocak 1935’te Tahran’da dünyaya geldi. Babası kitaplara ve şiire düşkün, sert mizaçlı bir albaydı. Annesi ise, Füruğ’un sözleriyle “çocuksu ve masum; kötülük nedir bilmeyen” bir kadın. Füruğ henüz 16 yaşındayken, annesinin kuzeni ve kendisinden yaşça hayli büyük, sanat çevrelerinde belli bir üne sahip Perviz Şapur’a …

Share
Önceki / Previous Penceresi Bir Çocuk
Sonraki / Next The Rise of Therapy-Speak - Katy Waldman, The New Yorker